EV

1.3K 107 2
                                    

"Burada bizi bulacaklar," dedim.
"Evet, ilk buraya bakacaklardır." dedi Deniz. Daniel'ın evine gelmiştik. Yabancı dizilerde izlediğim evlerin aynısıydı. Bomboş ve sessizdi. Eşyalar kullanılmamaktan toz tutmuştu. Daniel Umut'un koltuğa uzanmasına yardım ettikten sonra Deniz'e baktı.
"Toparlanmak için buraydayız. Sadece Umut iyileşene kadar kalacağız." dedi.
"Peki ya sonra?" diye sordu Gökçe.
"Bilmiyorum, başımızın çaresine bakmak zorundayız." diye cevapladı Daniel. İleriye gidip pencereden dışarıya baktım. Sokak bomboştu ve diğer evler yıkık döküktü.
"Daniel!" diye seslendim. Daniel yanıma geldikten sonra dışarıyı işaret ettim
"Neden bizden başka kimse yok? Bu sokak terkedilmiş gibi," dedim. O da kaşlarını çatarak dışarıya göz attı.
"Bilmem, yıllardır burada yokum. Neler oldu hiç bir fikrim yok." dedi ve yanımdan ayrıldı. Daniel üst kata çıktı ve kısa bir süre sonra geri döndü. Elinde bir takım ilaçlar ile sargı bezi vardı.
"Umarım bu tentürdiyot bozulmamıştır, paketini hiç açmamışız ama," dedi ve kapağını açtı.
"Beni zehirlemede ne yapıyorsan yap," dedi Umut. Daniel hızlıca yaraya tentürdiyot döktü. Umut acıyla bağırdı.
"Yavaş be!" Daniel hafifçe gülerek
"Üzgünüm," dedi. Daha sonra yarasını sardı. Onların yanından ayrıldım. Evi biraz gezmek istemiştim. Geniş bir evdi ve oldukça güzel döşenmişti. Duvarda ara ara Daniel ve ailesinin resimleri vardı. Daniel tıpkı annesine benziyordu. Keşke onları hiç kaybetmeseydi.
Arkamdan gelen adım sesleri ile çerçeveyi yerine astım. Daniel gelmişti.
"Üzgünüm, sadece merak etmiştim," Tekrar fotoğrafa baktım
"Aynı annene benziyorsun," dedim. Kafasını salladı
"Doğaldır, çünkü annem." dedi. Hafifçe güldüm. Kolumdan tuttu
"Gel," dedi. İlk başta şaşırmıştım tabii
"Nereye?" diye sordum.
"Yıllardır kullanılmıyor ama tuhaf bir şekilde sular kesilmemiş, duş almak istersin diye düşündüm." dedi.
"İyi olur," dedim. Peşinden üst kata çıktım. İlk önce bir odaya girdik. Giysi dolabını açıp bana içinden bir kaç parça kıyafet verdi.
"Bunlar annemin kıyafetleri. Hemen hemen senin kadardı," dedi. Önce kıyafetlere sonra ona baktım
"Bana annenin kıyafetlerini mi veriyorsun?"
Derin bir nefes aldı.
"Annem öldü ve artık bunları kimse giymez. Bu yüzden sen giyebilirsin. İşin bittikten sonra Deniz ve Gökçe'ye sen verirsin buradan."

"Teşekkür ederim." Birlikte odadan çıktık. Eliyle sol tarafı gösterdi.
"Banyo ileride," dedi. Dediği tarafa ilerledim ve banyoya girdim. Her yer toz içindeydi. Tavanda bir kaç tane örümcek ağı vardı. Duş başlığını açıp duşakabinin içindeki tozları temizledim. Kıyafetlerimi çıkartıp duşakabine girdim ve suyu açtım. Şampuan bozulmuş mudur bilmiyordum ama kullanmamak en iyisi diye kullanmadım. Bu sefer de saçlarımın dökülmesini istemiyordum. Su vücudumu bir güzel temizledikten sonra kabinden çıktım ve Daniel'ın verdiği siyah dar pantolonu ve gri boğazlı kazağı giydim. Daniel'ın annesi benden uzun olmalı ki kazak olması gerekenden uzun gelmişti bana. Kalçamı fazlasıyla kapatıyordu ve biraz bol gelmişti. Hapishane tulumum iyice yırtılmıştı, artık onu giyemezdim. Yola bunlar ile devam etmek zorundaydım. Banyodan çıktım ve koridorun ilerisindeki balkona ilerledim. Kapıyı açtığımda Deniz'in de balkonda olduğunu fark ettim. Gidip yanına oturdum. Bana bir göz attıktan sonra tekrar boş sokağı seyretmeye devam etti.
"Suları kesmemişler Daniel banyo yapabileceğimizi ve annesinin kıyafetlerini alabileceğimizi söyledi." Dediğim şeye karşı sadece başını sallamakla yetindi.
"Nasılsın Deniz?" diye sordum. Onunla hiç adam akıllı sohbet etmemiştim. Hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordum.
"İyi," dedi iç çekerek.
"Seninle hiç adam akıllı sohbet etmediğimizi fark ettim. Bana biraz kendinden bahsetsene." Gülümseyerek ona bakıyordum. Yüzünü bana çevirdi.
"Neyi merak ediyorsun?"
"Her şeyini, yaşını, nereli olduğunu, aileni, hapishaneye düşme sebebini."
Deniz alt dudağını ısırdı ve konuşmaya başladı.
"Yirmi yaşındayım, babam Türk annem nereli bilmiyorum. Bir ailem yok, babam beni dört yaşındayken yetimhaneye bıraktı orada büyüdüm. Gayrımeşru bir çocuk olduğumu biliyorum. Annem olacak o kadının evli olduğunu öğrendim. Hapishaneye hırsızlık suçu ile girdim. Başka?" dedi gülerek. Yetimhanede büyümüştü. Bir an içimde onun için bir üzüntü belirivermişti.
"Demek aramızda sadece iki yaş var, başka sorum yok. Annenin evli olduğunu öğrendin ama onun kim olduğunu öğrenemedin mi?"
"Evet, yetimhanede ki bakıcılardan biri söyledi. Doğruyu söylediyse tabii. Ama beni terk etmelerinin başka bir sebebi olamaz değil mi? O kadının kocasına olan sadakatsizliğinin cezasını ben çekiyorum." Hafif bir kahkaha attı.
İç çektim
"Çok güçlü birisin Deniz, senin gibi olmayı isterdim." Omuzuma hafifçe vurdu
"Yapma, sen zaten güçlüsün. Eğer güçsüz olsaydın doğal olarak korkak olurdun. Ve bir korkak o hapishaneden kaçamazdı."
"Evet, kaçtık... Ve şimdi bir kaçağız. Bizi bulma ihtimalleri de yüzde yüz."
"Rüya sana bir tavsiye vereyim mi?"
"Evet?"
"Güçlü olmanın bir yolu daha var. Gamsız olmak. Yani hiç bir şeyi kafana takmayacaksın. Gözün sadece ileriyi görecek, kafanın arkasında gözlerin yok değil mi? O zaman geriye bakıp da endişelenmenin manası da yok."
Denizin bakışlarında ablamı görmüştüm, bir saniyeliğine gözlerim dolmuştu.
"Aynı ablam gibi konuştun," dedim. Bu cümleyi kurduktan sonra onu ne kadar özlediğimi fark ettim ve ardından boğazıma bir yumru oturdu. Gözlerim dolmuştu ama ağlamak istemiyordum. Deniz bir şey söylemedi ama bir kaç saniye sonra bana sarıldı.
"Eğer o Melissa sürtüğü ailene bir şey yapmamışsa ablana bir gün kavuşacaksın. Merak etme."
Ona daha sıkı sarıldım. Saçlarımı okşadı.
"Saat baya geç oldu ha? Haydi! Uyumaya gidelim ve güzelce dinlenelim." Kolumdan tutup beni kaldırdı. Koridorda Daniel ve Gökçe ile karşılaştık.
"Daniel bize biz kızların kalabileceği bir oda göster. Acayip yorgunuz," dedi Deniz. Daniel parmağı ile bir odayı gösterdi.
"Soldaki odada uyuyabilirsiniz ama Rüya? Sen ağladın mı?"
Telaşla gözlerimi sildim. Yalnızca gözlerim dolmuştu, ağlıyor gibi mi görünüyordum?
"Ha? Hayır onlar, balkonda rüzgar esti de gözlerim sulandı." Daniel inanmamıştı tabii ki.
"Ben de Umut'un yanında kalacağım," dedi.
"Haydi bize müsaade!" Deniz kolumdan tutarak beni odaya çekti. Odanın ortasındaki geniş yatağa baktık.
"Hep beraber uyuyabiliriz değil mi?" diye sordu Deniz. Gökçe onayladı ama ben pek emin değildim.
"Şey ben yerde-"
"Demek hepimiz için sorun değil. Haydi yatalım!" dedi ve bizi yatağa itti. Kendisi de gelip ortamıza yattı.
"Vay be! Kaç gündür ormandayız. Bu uyku bize iyi gelecek,"
Bakışlarımı ondan çekip tavanı seyfettim. Gerçekten bu insanlar ile karşılaştığım için şanslıydım. Onlar ile uzun süre ayrılmak istemiyorum. Hem de hiç birinden.

Melissa'dan

Israrla çalan telefonumu açıp kulağıma götürdüm.
"Ne oldu?"
"Efendim, acil yedi numaralı labatuvara gelmelisiniz."
"Ne oldu?"
"Bunu gözleriniz ile görmeniz gerekiyor." Telefonu kapatıp odamdan çıktım. Asansöre bindim ve labaratuvar'ın olduğu kata indim. Yine adımlarımı hızlı tutarak labaratuvar'ın kapısının önüne geldim ve parmak izimi okutarak içeriye girdim.
"Neler oluyor," diye sordum. Doktor Helena gözleri ile tüplerin olduğu tarafı işaret etti. Yavaşça tüplerin olduğu yere gittim.
"Efendim, uyanıyorlar." dedi. Tüplerin içindekiler ufak ufak hareket ediyordu.
"Bu nasıl olur?" Şuan oldukça şaşkındım. Onların uyanması demek bütün planın suya düşmesi demekti.
"Daha vakti yok muydu bunların doktor? Neden uyanıyorlar?"
Doktor elindeki tableti gösterdi bana.
"Efendim, ilacı daha fazla çoğaltamıyoruz, kaynağa ihtiyacımız var. Yani kızınıza. Eğer hemen kaynak alamazsak daha fazla ilaç üretemeyiz. Ve hapishanede hala altıyüz tane yirmibeş yaşında genç var."
Tüpleri tekrar inceledim. Yumruklarımı sıktım. Aptal kocam! Şuan sinirden bayılmak üzereydim. İlacı üretemezlerse burası yok olurdu.

"Rüya, Rüya, Rüya! Umarım bana çabuk gelirsin ve ben de seni öldürmek zorunda kalmam!"

YERALTI HAPİSHANESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin