Soğuk, fazlasıyla soğuk. O kadar soğuk ki vücudumun hiç bir yerini hissetmiyordum. Elimi yumruk haline getirdim.
"Çok soğuk," diye mırıldandım. Biri elini alnıma bastırdı
"Merak etme, birazdan bitecek. Ateşi hala düşmüyor,"
"Ne oluyor?" çeliklerin birbirine çarpma sesi geliyordu. Kalp atışlarım hızlanmıştı. Gözlerimi açamıyordum.
"Sakin ol, sakin ol Rüya," nefes alış verişlerim hızlanmıştı. Tenimin üzerinde plastik eller geziyordu. Bu plastik eldivendi. Yerimde doğrulmaya çalıştım ama beni bağlamışlardı, kıpırdayamıyordum.
"Onu şimdi mi götürmeliyiz?"
"Ateşi düşmüyor, bu riskli olmaz mı?"
Koluma bir iğne vurdular.
"Ne yapıyorsunuz?" boğazım o kadar kuruydu ki zar zor konuşuyordum.
"Ona bir ateş düşürücü iğne vurdum, birazdan ateşi düşer. Hazırlayalım onu,"
Üzerimdeki örtüyü açtılar. Gözlerimi bir şey ile sildiler. Gözlerimi yavaş yavaş açtım. Tam üzerimde kocaman bir ışık vardı, ağzında maske ve üzerlerinde ameliyathane kıyafetleri olan insanlar vardı. Etrafımı inceledim. Bembeyaz bir yerdeydim. Burası bir ameliyathaneydi. Kafamı kaldırdım. Üzerimde sadece iç çamaşırlarım vardı. Neler oluyordu? Üzerinde olduğum olduğum sedye birden hareket etmeye başladı.
"Beni nereye götürüyorsunuz?" sorduğum soruya cevap gelmedi. Bana ne yapıldığını bilmemem korkumu daha da arttırıyordu. Sedye'nın hızı biraz daha arttı.
"Lütfen, lütfen bana ne yapacağınızı söyleyin," doktorlardan biri saçlarımı okşadı
"Korkma," dedi. Uzun bir yolun ardından sedye durdu. Ayak ve kol bileklerimdeki şeyleri çıkardılar. Etrafıma bakmaya çalıştım. Tüpler... Daniel ile gördüğümüz tüplerin yanındaydık. Gözlerim şaşkınlık ile kocaman açıldı. Beni, beni onların içine mi koyacaklardı? Hayır... Hayır bu olamaz, yapamazlar.
"Beni onların içine mi koyacaksınız?"
Hiç bir cevap alamadım.
"Cevap versenize! Beni oraya koyamazsınız! Yapamazsınız!"
Hala sessizlerdi. Hepsi sanki susmaya yemin etmiş gibi tek kelime etmiyorlardı.
"Lütfen, yalvarırım yapmayın. Ben hiç bir şey yapmadım! O haritayı ben almadım! Yemin ederim! Ben suçsuzum!" kollarımı ve ayak bileklerimi sıkıca tutuyorlardı. Tam o anda ağlamaya başladım. Kurtulmaya çalıştım, olmuyordu. Çok güçsüzdüm.
"Bırakın! Bırakın beni! Suçsuz birini cezalandıramazsınız!" ağzıma kocaman bir plastik, beyaz ve tırtıklı borusu olan siyah büyük bir maske taktılar. Berbat kokusundan oksijen olduğunu anlamıştım. Küçükken bronşit tedavisi görürken okjien alırdım sık sık. Kokusu oradan aklımda kalmış olmalı. Oksijeni derin derin içime çektim. Aldığım son oksijenler bunlar olabilirdi. İki tane iri yarı adam kollarımdan tutup beni boş bir tüpün içine sokmaya çalıştılar. Çırpınmalarım ve tekmelerim hiç bir işe yaramıyordu. Ağzımdaki maske yüzünden sesim de çıkmıyordu. Beni tüpün içine soktuklarında camı yumruklamaya çalıştım. Boğuk bir şekilde inleyerek onlara sesimi duyurmaya çalışıyordum. Ama "Mmmm!" diye çıkan inlemelerimi umursayan yoktu. Yumrukladım, tekmeledim, ne varsa denedim. Boğumlarım yara içinde kalmıştı. Artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Ben bunu haketmemiştim! Elimin tersi ile gözyaşlarımı sildim ama dinmiyorlardı. Çaresizce etrafa bakındım. Gördüklerim dehşetimi ve korkumu kat ve kat arttırmıştı. Umut, Gökçe, Deniz ve Daniel. Hepsi tüplerin içindeydiler. Gözleri açıktı ama hiç bir yere bakmıyorlardı. Ölü gibiydiler. Hayır ölü gibi değil, onlar zaten ölüydü. Mavi sıvının içinde bedenleri havada duruyorlardı. Onları gördükten sonra daha çok çırpınmaya başladım. Yerimde zıplıyor, cam tüpü daha kuvvetli yumrukluyordum. Ayaklarımın dibinden mavi sıvı yükselmeye başlamıştı. Tutunup kendimi havaya kaldırabileceğim bir şey aradım ama bu silindir şeklindeki tüp dümdüzdü. Gözyaşlarımın arasında çaresiz ve şiddetli bir şekilde inledim. Doktorlar öylece çırpınışımı izliyorlardı. Sıvı dizlerimden yukarıya, baldırlarıma çıkmıştı. Bu kadar mıydı? Burada öylece haksız yere ölecek miydim? Yolun sonu gelmişti. Ölecektim. Çaresizce hiç bir şey yapamadan ölecektim. Sıvı göğsümü bulduğunda kollarımı yanlarıma sarkıttım ve ağlamaya devam ettim. Yoğun sıvı beni yavaşça havaya kaldırıyordu. Boynumdan ve ardından alnımdan yukarıya çıkmış tüm bedenim sıvı ile kaplanmıştı. Saçlarım bedenim gibi havaya kalkmıştı. Gözlerimi açtığımda karşımda ofiste gördüğüm kadın duruyordu. Melissa... Bana öylece bakıyordu. Ve hafifçe gülümsüyordu. Birinin ölmesi ona eğlenceli mi geliyordu? Dudaklarını oynatarak bir şeyler söyledi. İlk başta anlamadığımı belirterek kaşlarımı çattım. Tekrarlardı. Oksijen maskesinde oksijen kesildikten sonra boğulmadan hemen önce gördüğüm son gözler onun mavi gözleri olmuştu. Ve söylediği kelimeler. Anlamlandıramadığım o kelimeler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YERALTI HAPİSHANESİ
AdventureFBI'nun kurduğu söylenen, kimsenin yerini bilmediği Amerika'da bir yeraltı hapishanesi. 12-25 yaşları arasında suçlular bu hapishanelerde tutulur. 25 yaşına gelenler hapishaneden götürülür ve bir daha haber alınamaz. Fakat garip bir durum va...