TÜPLER

1.3K 96 9
                                    

Bazı şeyleri geri döndürebilsek ne güzel olurdu. Geçmişe dönebilseydik mesela. Pişmanlıklarımızdan kurtulabilseydik. Yapamadıklarımızı yapabilseydik. O kadar çok pişmanlığım vardı ki bu hayatta. Sayısını unuttuğum pişmanlıklarım. Biz pişmanlıklarımızı geri alamıyorduk. Pişman olduğumuz ile kalıyorduk.
Keşke... Keşke arkadaşlarımı koruyabilseydim diye düşünüyordum şimdi de. Hiç birimizin başına böyle bir şey gelmeseydi. Normal hayatta sakin bir şekilde karşılassaydım onlarla. Güzel olurdu. Çok güzel...

Daniel'ın gözlerindeki korkuyu gördükten sonra kalbim sıkışmaya başladı. Daniel tekrar yürümeye başladı.
"Dur." dedim. Durdu, bir elimi kalbime koyup kendimi sakinleştirmeye çalıştım. İçeriye gireceğimiz kapıya baktım. Orada ne olduğunu bilmiyordum. Hem bilmek istiyordum, hem de bilmek istemiyordum. İçeride olan şey yüzde yüz ihtimal ile Umut ve Deniz ile ilgiliydi. İçimdeki ses bana orada hiç de iyi şeyler olmayacak diyordu. Daniel tekrar yürümeye başladı. Gözlerimi kapıdan ayırıp ona baktım. Kapıya daha fazla bakarsam içeriye giremeyecektim. O da bana baktı. Masmavi gözlerinin etrafı kızarmıştı. Kendini sıkmasa ağlayacak gibiydi. Kapının önünde durdu.
"Hazır mısın?"
"İçeride ne olduğunu bilmiyorum. Bu yüzden de hazır mıyım değil miyim onu da bilmiyorum."
"Ben yanındayım." dedi. Kafamı salladım. Kapı açıldı ve içeri girdik. Ben hala içeriye değil onun yüzüne bakıyordum. Bakmaya cesaretim yoktu belki de. Işık saçan bir şeyin önünde durdu. Mavi ışık saçan bir şey. Gözlerimi yavaşça Daniel'dan ayırıp ışık saçan şeye baktım.

Kalbim gördüklerimin gerçek olmamasını dilerken beynim kendine gel onlar gerçek diyordu.
"Hayır..." dedim. Bu gerçek olamazdı. Bu olamazdı. Umut ve Deniz karşımdaydı. Ama tüplerin içinde... Gözlerimi Daniel'a çevirdim.
"Daniel? Bu gerçek değil, değil mi?" Ona baktığımda gözleri dolmuştu. Bir şey söylemiyordu. Yavaşça göğsüne vurdum.
"Konuşsana... Bu gerçek değil, değil mi?" Tekrar tüplere baktım. Uzanıp onlara dokundum. Umut ve Deniz... Gözleri açıktı ama hiç bir yere bakmıyorlardı. Ölü değillerdi ama canlı da değillerdi.
"Umut... Deniz..." Ağlamaya başladım. Elimi ağzıma kapatıp ağlamaya devam ettim.
"Size n'oldu böyle? Umut, Deniz..." Tekrar Daniel'a baktım.
"Neden bana söylemedin?" Tüplere baktı.
"Özür dilerim Rüya, söyleyemedim." Göğsüne vurdum.
"Neden bana söylemedin Daniel!" Bir şey söylemedi. Gözlerini kapattığında gözlerinden yaşlar süzüldü. Çırpınmaya başladım. Beni düşürmemek için daha sıkı tutmaya başladı.
"Ne bunlar ne! Daha yirmibeş yaşında bile değiller!"
Sinirimi Daniel'a vurarak çıkartıyordum. Sesini çıkartmıyordu. Beni göğsüne bastırdı. Sımsıkı yumruk yaptığım ellerimi serbest bıraktım ve boynuna sarıldım. Gözyaşlarım tişörtüne akıyordu. Deniz ve Umut'un o halleri.
"Neden? Neden! Niye bunlar bizim başımıza geliyor? Biz onlara ne yaptık!"
Bir süre öylece ağladım. Onlara bakamıyordum.
"Özür dilerim Rüya, çok özür dilerim. Böyle olsun istemezdim." Burnumu çektim.
"Hiç birimiz istemezdik..." Sessizce Daniel'ın göğsünde hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. O artık ağlamıyordu. O kadar çok ağlamış olmalıydı ki. Bunu gözlerinden anlayabiliyordum. Yavaşça yere oturdu. Ben hala kucağındaydım. Yüzüme gelen saçları elleri ile çekti. Ben kendimden geçmiş bir şekilde ağlıyordum. Geriye dönüp onlara bakmak istiyordum ama bakamıyodum.
"Beni de koysunlar oraya. O- onlar o haldeyken biz dışarıdayız."
Kimse bize bir şey demiyordu. Bize acımışlar mıydı? Biraz da olsa vicdanları var mıydı.
"İstersen arkadaşlarını kurtabilirsin." Daniel'ın arkasında karşımda duran Melissa'ya baktım. Hafifçe doğruldum.
"Nasıl?" Gülümsedi.
"Kendini feda etmek gerekcek." Kaşlarımı çattım, açıklamasına devam etti.
"İlacın hammaddesi kan. Bu kan seninki ile birebir uyuşuyor. Bizim elimizde çok az hammadde kaldı. Eğer sen bize kanını verirsen ben de arkadaşlarını o tüplerden çıkartırım."
Hiç düşünmedim bile.
"Tamam, ne kadar kan gerekiyor? Kaç tüp?" Melissa ufak bir kahkaha attı.
"Tüp mü? Ben litre diyecektim."
"Litre mi?" Ölebilirdim. Daniel beni geri çekti. Bu sırada biraz savrulmuştum.
"Olmaz!" diye bağırdı. Beni daha sıkı tutmaya başladı.
"Daniel, yapmak zorundayım. Deniz ve Umut için..."
"Ölebilirsin! O kadın ilaç uğruna seni öldürmek istiyor!"
"Başka çare yok!" Evet ölebilirdim ama arkadaşlarım yaşayacaktı. Benim yüzümden bir kişi ölmüştü zaten.
Melissa bir cevap bekler gibi bana bakıyordu.
"Ölecek miyim?" diye sordum.
"Bu senin vücuduna bağlı." dedi. Yutkundum. Belki vücudum güçlüydü ölmezdim. Belki de güçsüzdü ölürdüm...
Ama benim yüzümden onlar ölecekti. Bazen fadakarlık etmek gerekiyordu.
"Kabul ediyorum." Daniel çok şaşırmıştı.
"Rüya hayır!"
"Sizin ölümünüzü izlemeyeceğim!" Sedye getirdiler. İki tane adam beni Daniel'ın kollarından almaya çalıştılar ama o beni bırakmadı. Daha sıkı tuttu beni. Melissa bağırdı.
"Daniel! O tüplerin içine girmeyi istiyorsun galiba?" Dedi.
"Umurumda değil! Rüya ölecekse beni de oraya koyun!"
Son bir kez Daniel'a sarıldım.
"Özür dilerim, yapmak zorundayım..."
"Hayır," dedi. "Ölemezsin, buna izin vermem!"
"Vermek zorundasın... Daniel, lütfen bırak beni."
"Hayır!" Daha sıkı sarıldı. Onun bu güçlü kollarından kendi imkanım ile ayrılmam çok zordu. Adamlar daha güçlü çektiler bu sefer beni. Beni onun kollarından aldıklarında iki kişi Daniel'ı tutmaya çalışıyordu. Bağırıyor ve etrafı dağıtıyordu. Beni sedyeye yatırdıktan sonra hızlıca oradan çıkardılar.
İki şeyden son derece emindim. Birincisi, eğer o kadın yalan söylemiyorsa arkadaşlarım kurtulacak ve benim için rahat olacaktı. İkincisi ise, şuan kendi isteğim ile ölüme gidiyordum...


---



Melissa'dan

Rüya'yı tekrar uyutmuşlardı. Yanına oturdum ve elini tuttum. Evet, bazılarına göre ben gerçekten vicdansız bir insandım. Öldürdüğüm sayısız insan, kaçırdığım sayısız çocuk... Ama her şeyi kendim ve Rüya için yapıyordum. Bir gün o da bunu anlayacaktı ve bana hak verecekti. Ayağa kalktım ve Rüya'nın alnından öptüm.
"Özür dilerim kızım..." Odadan çıktım ve asansöre bindim. Peşimden gelen korumaları durdurdum ve tek başıma en alt kata indim. Altı kat aşağıya indikten sonra eskimiş demiş kapının yanına gittim ve parmak izimi okutup kapıyı açtım. Derin bir nefes aldım ve içeriye girip ardımdan kapıyı kapattım. Orada koltukta oturup kitap okuyordu. Beni görmüştü ama hiç takmadı. Saçları hafifçe beyazlamıştı. Kirli sakalı her zamanki gibi ona çok yakışıyordu. Kocam Bernard... Herkes onu öldürdüğümü sanıyordu ama ben ona kıyamamıştım. Yanındaki koltuğa oturdum.
"Nasılsın?" Cevap vermedi. Her zamanki gibi... Önündeki yemeğin bir çoğunu yememişti.
"Yemeğini yememişsin, güçsüz düşeceksin. Bitir onu lütfen." Bana sert bir bakış attı.
"Beni mi düşünüyorsun?" dedi. Yutkundum. Ona hafifçe gülümsedim.
"Hep seni düşündüm Bernard, sen ve kızım bir saniye bile aklımdan çıkmadınız."
Güldü, hatta kahkaha attı.
"Cidden çok komiksin Melissa. Beni buraya kapatarak mı düşünüyorsun? Kızını kendinden kilometrelerce uzağa göndererek mi düşünüyorsun?" Başımı yere eğdim. Haklıydı, söyleyecek sözüm yoktu.
"Haklısın..."
İkimiz de uzun bir süre sustuk. Bernard daha sonra sert bir şekilde elindeki kitabı yerinde fırlattı.
"Kızın şimdi ne halde hiç düşünüyor musun? Hiç mi özlemedin? Ben senin bana sadece iki defa gösterdiğin kızımı o kadar çok özlüyorum ki... Sen canavarın tekisin!" Bana canavar demesi zoruna gitmişti. Beni bir türlü anlamıyordu.
"O burada." dedim. İri siyah gözlerini şaşkınlık ile açtı.
"Ne dedin sen?"
Ona tekrar gülümsedim.
"Kızımız burada, bir kaç kat yukarıda."
Kendi kendine gülümsedi. Bu habere çok mutlu olmuştu. İster istemez gözlerim doldu.
"Onu görmek ister misin?" diye sordum.
"Nasıl?" Ceketimin cebinden telefonumu çıkarttım ve Rüya'nın odasındaki kameraya bağlandım. Telefonu ona uzattım. Rüya'yı ona bebekken ve beş yaşındaki fotoğrafını sadece bir kere göstermiştim ona.
"O kızım mı?" Kafamı salladım. Tekrar telefona baktı. Elini telefon ekranında gezdirdi. Gözlerinden bir kaç damla yaş süzüldü.
"Canım kızım, çok özledim seni..." Onu o halde görünce neredeyse ağlayacaktım ama kendime hakim oldum. Bernard öfkeli bakışlarını bana çevirdi.
"O neden bu halde? Neden seruma bağlı?" Delice endişelenmişti.
"Merak etme, iki hafta öncesine kadar akciğer kanseriydi. Ama en iyi doktorlar onu iyileştirdi, şuan çok sağlıklı." Rahatladı.
"Çok güzel, adı Rüya'ydı değil mi?"
"Rüya kızım, tıpkı bir melek gibi güzel."
Yavaşça uzanıp telefonu elinden aldım.
"Merak etme," dedim. "Sarılacaksınız."
Arkamı dönmüş giderken kolumdan tuttu.
"Teşekkürler, onu bir daha bana gösterecek misin?"
"Elbette, sadece biraz sabırlı ol. Yakında buradan çıkacaksın."
Odadan çıkıp kapıyı kapattım. Çenemi yukarı kaldırıp gözlerimi ileriye diktim. Benden kolay kurtulabileceğini düşünüyordu. Bana hala inanıyordu. Yüzüme yerleşen hafif gülümseme ile ilerlemeye başladım. Her ne olursa olsun. En sonunda hep ben kazanıyordum.

YERALTI HAPİSHANESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin