🎶lorde, yellow flicker beat
🦋
Gözlerimi zorlukla aralayıp ilk birkaç saniye görüş açıma giren abartılı avizeyi izledim. Nerede olduğum aklıma yavaş yavaş dank ederken hızla yattığım yerden doğruldum. Bakışlarımı siyah renklerin hakim olduğu odada gezdirdikten sonra burada yalnız başıma olduğumu fark etmiştim.
Aklımda son yaşananlar yavaş yavaş yer edinmeye başladığında tekrardan o ana döndüm. Duyduklarımdan sonra o şoku kaldıramamış olacağım ki bayılmıştım. Şimdi de gözlerimi bana fazlasıyla yabancı gelen bu odada açıyordum...
Üzerimdeki battaniyeyi kenara çekip yataktan çıktım. Birden vücuduma yayılan soğuklukla yerdeki mermerlere temas eden çıplak ayaklarım dikkatimi çekti. Ayakkabılarımı çıkarmıştı.
Daha fazla bu gereksiz detaylarda oyalanmadan halihazırda açık olan odanın kapısına ilerledim. Hemen az ilerideki merdivenler beni karşılarken ses çıkarmamaya gayret göstererek basamakları inmeye başladım.
Salona ulaşır ulaşmaz önce bakışlarımı etrafta gezdirdim. Sonrasında da onun burada olmamasını fırsat bilerek adımlarımı bahçeye çıkan boydan cama çevirdim. Kapının kilitli olduğunun farkındaydım ama tek çıkış yolunun orası olmadığını tahmin ediyordum. Belki bahçeden dışarıya çıkabilirdim.
Pencerenin önüne geldiğimde acele hareketlerle kulpunu aşağı indirdim ve boydan pencereyi geçebileceğim kadar açtım. Vücudum tamamen soğuk havaya maruz kaldığında üzerimde elbisem haricinde hiçbir şey olmayışını yeni yeni idrak ediyordum. Şimdilik ise bunu görmezden gelmeye çalışacaktım.
Adımlarımı dışarıya atıp bahçeye çıktım. Tedirgince etrafı süzerken nereye olduğunu bilmeden kocaman bahçede ileriye doğru adımladım. Ancak tam o sırada evin köşesini dönen köpekle olduğum yerde duraksamak zorunda kalmıştım.
Gözlerim fazlasıyla büyük olan köpeği görmemle korkuyla aralanırken o da beni fark ettiği anda seslice havlamaya başlamıştı. Bir yandan da üzerime doğru geliyordu. Sanırım yabancı birisi olduğumu anladığı için böyle davranıyordu.
Elim ayağım birbirine dolanmış bir şekilde geri geri giderken dudaklarımın arasından firar eden çığlığıma engel olamamıştım. Yaşadığım adrenalin benim için fazlasıyla ağırdı. Tek umudumsa bebeğime bir zarar gelmemesiydi.
Köpek aramızdaki mesafeyi neredeyse kapattığında ben hâlâ daha gerilemeye devam ediyordum. Koşamayacağım ya da ondan kaçamayacağım gayet açıktı. Sadece bana çok fazla zarar vermemesini ümit ediyordum.
Bir anda sırtımda hissettiğim baskıyla duraksadım. Nereye tosladığımı düşünme fırsatım bile olmadan belimde hissettiğim eller bana kendisini yeterince iyi kanıtlamıştı. Ben daha ne olduğunu idrak edemeden sıcacık elleri soğuk vücudumla temasına son verdi ve köpeğe doğru adımladı.
Onu sakinleştirmek adına yavaşça başını okşamaya başladı. Bir yandan da "Tanışmışsınız," diye bana yönelik konuşmuştu. Arkasının bana dönük olmasını fırsat bilerek gözlerimi devirdim. Harika bir tanışmaydı gerçekten!
Köpek yavaş yavaş sakinleşirken hâlâ daha beni izliyor, dişlerini göstermekten de gocunmuyordu. Daha fazla bu korkuya dayanamayıp yönümü dakikalar önce büyük bir ümitle çıktığım eve yönelttim. Şimdilik bir yolunu bulamamıştım ancak ne yapıp edip kurtulacaktım buradan.
Hem Johnson çoktan polislere haber vermiş olmalıydı. Evde olmadığımı fark edince kaçtığımı düşünme ihtimali yüksekti ama yine de benden kolay kolay vazgeçmeyeceğinden emindim. Her ne kadar bu düşünce korkunç olsa da beni bulacağına kendimi inandırmaktan başka çarem yoktu.
Bunları düşünmeyi daha sonraya erteleyip kendimi salondaki tek kişilik koltuğa bıraktım. Ellerim benden bağımsız çoktan karnımda yer edindiğinde suçlulukla "Özür dilerim, bebeğim," diye ağlamaklı sesimle mırıldandım. "Seni üzmek istemiyorum ama elimde değil."
Duyduğum seslerle bakışlarımı içeriye girmiş olan Alex'e çevirdim. Her şeyin sebebi oydu! Bebeğim tüm bunları onun yüzünden yaşıyordu. Bunu bize niye yapıyordu?
Anlık bir cesaretle fırsat bu fırsat diyerek oturduğum yerden ayaklandım ve "Bırak beni gideyim, Alex. Sana hiçbir faydam dokunmaz. Hamile ve çekilmez bir kadınla uğraşmak sana hiçbir şey kazandırmaz," diye onu ikna etmek amacıyla konuşmaya başladım.
Ben yalvarırcasına ona bakarken o ise yüzündeki ifadeden hiçbir şey belli etmiyordu. Bir an sağır olduğunu bile düşünmüştüm. Bir şeyleri o kadar iyi görmezden geliyordu ki dikkatini nasıl çekebileceğimi bilmiyordum.
Birkaç adımda tam karşımda dikildiğinde ben daha ne olduğunu anlayamadan parmaklarını yanağımda hissettim. Eliyle gözyaşlarımı silip "Şşş, ağlama. Makyajın akmış," dediğinde sinirden kudurmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Karnımda bir başka adamın çocuğunu taşıyorum ben. Onunla evleneceğiz. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?"
Sabrımın son kırıntılarıyla kurduğum cümlelerle elini aniden yüzümden çekti. Yüzündeki ifade yerini farklı duygulara bıraktığında kafasını hızla sağa sola salladı. Sanırım hiç söylememem gereken şeyleri söylemiştim ve bu durumları daha da berbat hâle getiriyordu.
"Umrumda değil! O bebeği kendi çocuğum gibi benimseyebilirim. Ona bakabilirim, Lamia."
Ellerimi sinirle saçlarımın arasına geçirip salonda volta atmaya başladım. Beni çıkmaza sokuyordu. Onu ikna etmemin bir yolu yoktu. Bu durum beni daha da geriyordu.
En nihayetinde dayanamayıp "Şaka mısın sen adam?! Beni burada zorla alıkoymak da ne demek? Bu bir suç. O bizi bulamaz mı sanıyorsun? Johnson bizi bulacak ve ben er geç buradan kurtulacağım!" diye bağırdım.
Lakin bunu yapar yapmaz pişman olmuştum. Çünkü bana öyle bir bakıyordu ki o an yer yarılsa da içine gireyim istemiştim.
"O sizi bulacak, öyle mi? Seni buradan kurtaracak, ha?"
Büyük bir sakinlikle kurduğu cümleler kulağıma olduğundan daha korkutucu geliyordu. Söylediklerine hiçbir cevap veremezken istemsizce birkaç adım geriledim.
"Hayır! Sizi bulamayacak. Bulsa bile seni vermem. Seni tekrar bulmuşken kaybedemem. Hayır, hayır, hayır..."
Bir anda kolumdan tutup beni kendisine çekmesiyle gözlerimi sımsıkı kapatıp ondan gelecek bir zararı bekledim. Fakat öyle olmadı. Titreyen elleri kolumu zar zor elleri arasında tutmaya çalışırken "Gitme! Gitme, Belle. Ben bunu kaldıramam," diye yalvarırcasına konuştu.
Kaşlarım söyledikleri karşısında anında çatıldı. Bana söylediği isme anlam veremeyip öylece kalakalmıştım. Ne yapacağımı bilemiyordum. Çünkü en ufak bir harekette ne tepki vereceğini sezemiyordum.
Bir anda kolumdaki baskısını yok edip benden uzaklaştı. Ellerinin titreyişini zapt etmek istermiş gibi yumruk yaparken "Özür dilerim! Canını mı yaktım? Ben çok özür dilerim," diye art arda mırıldanmaya başladı. Ben ise saniyeler içersinde değişen ruh hâlini şokla izliyordum.
"Kahretsin... Sahip çıkamıyorum kendime. Durduramıyorum kendimi! Bana bunu yapma, beni sinirlendirme."
Daha fazla bir şey söylemeden arkasını döndü. Salondaki içki şişeleriyle dolu olan vitrine ilerlediğinde ben de bunu fırsat bilerek hızla merdivenlere yöneldim ve basamakları çıkmaya başladım.
Adımlarım az önce gözlerimi açtığım odada durduğunda kendimi zorlukla içeri attım ve kilidi birkaç kez çevirdim. Odadaki geniş yatağa oturup sakinleşmek adına bir süre kendimle savaş verdim.
Beynim gördüklerini kaldıramıyordu. Yakından şahit olduğum davranışları beni deli gibi korkutuyordu. En büyük sorun ise bu adamın bana takmış olmasıydı.
Tanrım, ben kimin eline düşmüştüm böyle?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHİR AMBARI
ChickLit"Çok âşığım, amca. Tam onu unuttum sanıyordum, bitti diyordum. Hepsi onu görene kadarmış. Bir bakışıyla kanıtladı bana bunu." "E bu çok iyi bir haber! Kim bu kadın? Tanıyor muyuz?" Yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. Ben bile tanımıyordum ki onu. Yü...