4.2

5.7K 394 90
                                        

Harry'nin Ağzından

Her şey bir kabus ile başladı.

Günler keskin çığlıkların, saçma fısıltıların, katlanılmaz yalnız dakikaların, ve Rose ile birlikte olduğum fazlasıyla-kısa dakikaların içinde geçiyordu. Saçma sapan grup aktivitelerinin yanında tek yaptığım uyumak, kahvaltı yapmak, öğle yemeği yemek, akşam yemeğine oturmak ve tekrardan uyumaktı. Her şey belirli bir düzene koyulmuştu. Hepsi de gereksizdi. Hiçbir şey sıra dışı değildi, ya da en azından bir deliler hastanesine göre. Çalışanlar işlerini yapıyor, ve hastalar ne ile uğraşmaları gerekiyorsa ona odaklanıyorlardı.

En azından bu bizim dört kişiden oluşan, umut dolu grubumuzun dışındaki herkese göre böyleydi. Fakat bizim sahne arkasında bazı işler çevirdiğimiz, kesinlikle doğruydu. Lori ve Kelsey güvenliğimiz için bize gerekli olan şeyleri fazlasıyla gizli bir şekilde hazırlamaya çalışıyorken, Rose ve ben en iyi bu-enstitü-berbat ve hayatımızın-sonuna-kadar-burada-kalacağız suratlarımızı takınıyorduk. Lori ve Kelsey'e destek vermem gerekiyordu, çünkü sonuçta bizim için işlerini riske atıyorlardı. Tavırlarıma rağmen minnettarlık duyuyordum, özellikle de Lori'ye karşın, her zaman olduğu ve olacağı gibi. Çünkü her ne kadar neden olduğunu kafam almasa da, yapacağımız şeylerin temellerini atıyorlardı.

Ve şimdi işlenmeye hazır bir planımız vardı. Bu oldukça riskli, kesin ve bir o kadar da birleştirilmesi zor olmuş bir plandı. Fakat birkaç hafta içerisinde buradan çıkma şansımız vardıysa, bu koşarak gideceğim tek plandı. Çünkü Rose'un varlığı, bana işkence eden her saniyede, burada kalırsak olacakların bir hatırlatmasıydı. Onu buradan çıkarmam gerekiyordu, ve bunu hızlı bir şekilde yapmam gerekiyordu. Fakat hız, doğrusu pek de başıma gelen şey değildi. Günlerimiz acı dolu bir sabır ile geçiyordu; bir su kaydırağından kaymamız gerekirken durgun bir nehirde sürüklenmek gibiydi bu.

Ta ki o kabusa kadar. Her şey, bu lanet olası kabustan sonra yerine oturmaya başladı. En başta tıpkı diğerlerine benziyordu. Ben karanlığın içinde gezinebilecek her türlü korkunç şeyden habersizce dururken, etraf soğuk ve siyahtı. Tek farkı, bu sefer koşmaya başlamamdı. Neden koştuğumu tam olarak hatırlamasamda, sisin arasından ağaçların hatları görülüyordu. Ayaklarım, beni saçlarımı uçuşturan ve derime çarpan rüzgarın arasından taşıyorlardı. Bir yarışın içindeymişçesine koştum ve koştum, akciğerlerimin zorlukla dayanabileceği türden bir hızda gidiyordum. Kilitlendiğimden beri ilk defa dışarı çıkmıştım ve yenilmez hissediyordum.

Kilitlenmiş. Coşkulu zihnim, bu kelime üzerine yoğunlaştı. Kilitlenmiş mi? Neredeydim ve nereye kilitlenmiştim?

Wickendale.

Sonunda neden koştuğumu hatırladım. Süratli bacaklarım yavaşlamaya, ve yüzümdeki heyecanlı gülümseme yok olmaya başladı. Unuttuğum bir şey vardı. Bacaklarım normal bir tempoda çalışmaya başlayana kadar yavaşladı. Şimdi etrafımdaki ağaçlar sanki bana tehlikenin tam da içinde olduğumu hatırlatmak istermişcesine gökyüzünü örtmeye başlamışlardı. Adımlarım normal bir yürüme hızına indi. Bir karga gökyüzünden aşağıya indi, ve başka bir uyarı verirmişcesine karanlığın içinde kayboldu. Kalbim yeniden hızla atmaya başladı; fakat bu sefer yorgunluktan değildi. Hava, sis yığınları ile kaplanmıştı. Açık moru andıran atmosferde uğursuzluk ve endişe vardı. Bu his tüylerimi ürpertiyor ve boynumdaki saçları havaya kaldırıyordu.

İsteksizce sisin içinden geçtim, çimenleri ve korkutucu ağaçları aştım. Hafif eğimli yolun aşağısında, gözüme su olduğunu düşündüğüm bir alan kestirdim. Ağır havayla karışan, dereye benzer bu yere doğru dikkatlice baktım. Bunun bile, artık doğru görünmemeye başladığını hissettim. Fakat geri dönemezdim. Bu nedenle derenin yanına doğru yürüdüm, ve orada birkaç dakika durarak korkulu düşüncelerimi yanıtlayacak herhangi bir ses duymaya çalıştım. Alacakaranlığın altında süzülen soluk gri dalgaların içine bakarak, bir yırtıcı hayvan bulmayı umdum.

psychotic | [türkçe]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin