3.6

6K 429 75
                                    

Harry'nin Ağzından

Böyle bir şeye lanet olsun, diye düşündüm. Bunun gerçekleşmesinin hiçbir olanağı yoktu. Mrs. Hellman'ın sadistik fikirlerine devam etmesine, gardiyanların beni tasmalı bir köpekmişim gibi etrafta dolaştırmalarına, hatta onu ölesiye dövdükten sonra James'in varlığına izin verebilirdim.  Fakat pis bir tecavüzcünün Rose'un yanında dolaşmasına izin veremezdim. Ben onun güvenliğinden emin olamazken onu her gün koridorlarda gezindirmesine izin veremezdim.

Onun James olduğunu düşünmüştüm, Jane'in bahsettiği adamın. Rose ve ben öyle düşünmüştük. Bundan emindik. Fakat hayır, bu yer iğrenç şeylerle doluydu, aşağılık gardiyanlar ile. James, Norman, Kevin, ve Jane'in bahsettiği şu diğer kişi. Bu hastalara seks köleleriymiş gibi davranan psikopatların hepsi, mükemmel bir şekilde Rose'umun peşindelerdi. Tam anlamıyla, mükemmel. Onlar cehennemde yanabilirdi, fakat bunun öncesinde, onların hiçbirini Rose'un yanına yaklaştırmayacaktım. Hiçbir şekilde.

Sadece onlardan birinin gözlerini Rose'un üzerinde gördüğümde, akıllarında sadece onun olduğunu, ve ona dokunmak istediklerini düşünündüğümde bile, bu adeta beni deliye çeviriyordu. Ve bir gün, ben olmadığımda, hepsini ona yapma şansları olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekiyordu. Şu Kevin denen herif onun hücresine gitseydi ve kapıyı arkasından kapasaydı, hiçkimse bunu bilemezdi. Bunu çoktan Jane'e yapmıştı, Rose'a neden yapamayasın ki? Onu savunmasız bir anında yakalayarak kontrolu ele geçirebilir, ve ona istediği her şeyi yapabilirdi. Öğle arası ise kaç dakika sonra bitiyordu, otuz mu? Ve bir kez daha, etrafta hiçbir aklı başında tanık olmadan karanlık koridorlarda yalnız kalacaklardı.

Bu sinirle vücudum istemsizce titrediğinde aniden ayağa kalktım. Buna daha fazla katlanamazdım. "Hemen geri döneceğim," dedim, masadaki üç kadını bilgilendirerek. Ben ayakta durdum ve onlar ise beni izledi, hepsinin suratında farklı bir ifade vardı.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu Rose, karanlık kirpiklerinin arkasından dikkatlice bana bakarak.

"Merak etme. Hemen geri döneceğim," dedim bir kez daha, ve alnına küçük bir öpücük kondurdum.  Bu işaretler ona tam olarak güvence veremese de, itiraz etmedi. Gardiyanların düzenli bir sıar halinde dikildikleri uzun duvara doğru yürüdüm, ve kolayca Brian'ı buldum. Kelimeler ağzımdan çıktığında beni zorlukla fark etmiş olan başka bir gardiyanla konuştuğunu gördüm. "Mrs. Hellman'ı görmem gerekiyor," diye emrettim. Şaşırmaktan daha az bir şeye kapılmış gibi görünüyorlardı. Neredeyse eğleniyormuşa benziyorlardı.

"Yemekten sonra," dedi her zamanki ses tonuyla, ve daha sonra tek bir kelime daha etmedi.

"Hayır, şimdi." Saniyeler geçtikçe endişem ve öfkem daha da şiddetli bir hal alıyordu. Sesimdeki bir şey onu etkilemiş olacak ki, bu sefer dikkatini bana verdi.

"Harry, öğle arası neredeyse yarım saat sonra sonlanıyor. O zaman-"

"Lanet olsun, sadece beni oraya götür. Bu acil."

İri adam rahatsız olmucasına iç çekti, fakat sonunda boyun eğerek arkadaşlarından birkaç adım uzaklaştı. Şaşırmıştım, doğrusu, beni dinlediği için. Daha fazla açıklama istemesini bekliyordum. Belki de benden korkuyordu, ya da kendi tipindeki çalışanlardan çok daha az kötüydü. Konuşmadan ayrılmak için izin istedi ve ben onun birkaç adım önündeyken bana kapıya doğru eşlik etti.

Duvarların uzunluğu hala o aynı koyu renkle boyalıydı. Şeytanın odasına doğru yol alırken, ayak seslerimiz koridorda yankılanıyordu. O içeride bile olmayabilirdi, fakat gene de denemeye değerdi.

Brian'ın önden içeri girmesini beklerken kibarlığımı korumaya çalıştım, yıkılmış halimi uzaklaştırmak için elimden geleni denedim. Kapıya vurdu, fakat daha sonra cevap beklemeden içeri girdi. "Um, Mrs. Hellman?" diye sordu. Daha fazlasını bilmeseydim, onun kendi içinde gergin olduğunu söyleyebilirdim. "Harry Styles sizi görmek istiyor."

psychotic | [türkçe]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin