James bizi koridorlarda gezdirirken bizi sadece hücrelerimize bırakmasını diledim; bundan şüphe etsem bile. Üçüncü koridora girdiğimizde ışıklar iyice kısılmıştı, Harry ve ben ise sürekli bakışıyorduk.
"Uh, ikimizin de hücresi buranın arkasında," dedi Harry, şu ana kadar sinirini bu kadar iyi kontrol edebildiği için onunla gurur duyuyordum.
James'in bizi incitmeyeceğine dair olan o küçük umut parçasına yapışmıştım. Fakat bütün bu umudum, koridorun ortasında durup, bizi de durdurunca kırılmıştı. Yavaşça arkasını döndüğünde, ufak da olsa bir ışığın altında, yüzündeki o şeytani gülümsemeyi gördüm.
"Biliyorum," dedi. Ve kalbim, olacak şeylerin korkusuyla göğsümden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Bu gerçekten çılgıncaydı, James'i ne kadar az tanıdığım. Ona güvenmem çok az zaman almıştı, ve çok saf davranmıştım. Ve elimde olmadan merak ediyordum; eğer James ile "arkadaş" olmasaydım, bütün bu tehlike hala burada olur muydu, veya Harry hala ondan nefret eder miydi? Sanırım bunu bilmenin hiçbir yolu yoktu, tek bildiğim James'in o bildiğim kişi olmadığıydı. Bundan önce gördüğüm kesinlikle başka bir adamdı, bir şeytanın kişileştirilmesiydi.
Bu adeta bir şalterin kaldırılması gibiydi; James'in gerçek kişiliğini göstermek için dikkatsizce maskesini çıkarması. Bütün enerjisi bir anda değişmişti; bir şekilde sadece dehşet taşıyordu. Belki de bu gözlerindeki karanlıktan, dudaklarındaki şeytani gülümsemeden veya annesinden aldığı şu müthiş özgüvenden kaynaklanıyordu. İlk başlarda, bizden uzak bir yerlere baktığında fark etmesi zordu. Fakat yavaşça arkasını döndüğünde - sanki yaşadığı andan zevk almak istermiş gibi boş koridora, ve tozlu duvarlara bakıyordu - bu ani değişim göz kamaştırıcı bir şekilde açığa çıkmıştı. Harry'nin veya benim bakışlarıma karşılık vermemişti, sanki bunun kadar değersizmişiz gibiydi.
Küçümseyici gülümsemesi, benim korkum ve Harry'nin öfkesiyle beraber büyümeye başlamıştı. Fakat Harry'nin ne kadar fazla sinirlendiği umrumda bile değildi, hala benimle olduğu için mutluydum.
Sonunda James bana ve Harry'ye baktı, daha sonra ise birleşmiş ellerimize. "Şuna bakın," dedi sırıtarak. "Siz ikiniz çok tatlı değil misiniz?"
"Ne istiyorsun James?" diye sordum sertçe. Bunun daha fazla ileriye gitmesini istemiyordum; her neydi ise, hemen yapıp kurtulmamız daha iyiydi.
"Sadece konuşmak istiyorum," diyerek omuz silkti. Fakat sırıtışı hala yüzünden düşmemişti.
"Neyin hakkında?" diye sordu Harry, muhtemelen o da benim kadar bu işin içinden hemen çıkmak istiyordu.
"Siz çocuklar hakkında," diyerek basitçe cevapladı. "Yani, dürüst olmak gerekirse, çok komiksiniz. Bir akıl hastanesinde kapalı kalmış, gerçek bir çift gibi el ele tutuşan, öğlen yemeğinde flörtleşen imkansız-aşıklar. Gerçekten, çok tatlısınız."
Bir şey söylemesini bekleyerek Harry'ye baktım, fakat sadece ona bir bakış attı.
"Fakat Emily bunun hakkında ne düşünürdü?" diye ekledi James, suratındaki gülümseme sadece büyüyordu. Söyleyebileceği o kadar şey arasında, bunu söylemesini beklememiştim. Fakat kelimeler ağzından çıktığı anda vücudum dehşetle titremişti; bu gidilebilecek en kötü yoldu.
"Ne dedin sen?" diye sordu Harry, elini benimkinden ayırıp bir adım öne attığında sesi hırıltıyla çıkmıştı.
"Harry," diye uyardım. Fakat söylediğim sözler, emir vermekten çok yalvarmak gibiydi. Sadece James'in daha fazla konuşmaması için dua etmiştim, fakat bir kez daha dualarım kabul edilmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
psychotic | [türkçe]
Fanfiction"Onu meleklerimle dans ettiği için değil, isminin şeytanlarımı susturabildiği için sevdim." - Christopher Poindexter [original: weyhey_harry]