Londra'nın serin, kasvetli havası beni ürperttiğinden, ellerimi ceketimin üstüne bastırıp, sıkıştırarak ısınmaya çalışıyordum. Amacına göre biraz fazla şık olan ve bu şekilde binanın dışını, içerisinden daha ihtişamlı gösteren merdivenlerden hızlıca yukarı çıktım. Sert rüzgar, adeta bir barikat oluşturmuştu ve belki bu nedenle sokaklar bomboştu.
Enstitünün kapılarını çarparak açtığım anda, yüzüme ılık bir hava çarptı. Dışarıdaki kar fırtınasından sonra, sıcak hava vücudumun aniden ısınmasına neden olmuştu, ve bu beni rahatlatmıştı. Fakat açıkçası vücudumdaki bu sıcaklık değişimi, işe başlamanın stresini üzerimden alamamıştı. Çünkü salonu incelemeye başladığımda gözüme takılan kişi, kaslı kollarını tutan iki gardiyanla beraber, öylece duran Harry Styles'dan başkası değildi.
Büyüleyici yeşil gözleri benimle, ve daha sonra parmaklarımla buluştuğunda, yüzünde bir sırıtış belirdi. Daha sonra tekrar gözlerime döndü ve lisede flörtleşen gençler gibi göz kırptı. Bu gerçekten iğrenç ve sinir bozucuydu.
Pespembe olan dilini dudaklarının arasında gezdirdi. Bu, onun çekici alışkanlıklarından biriydi. "Merhaba Rose." Boğuk sesindeki yumuşaklık beni şaşırtmıştı. Ve alakasız bir şekilde kısa sürede onun hakkında yaşadığım şeyler, ve beni milyonlarca kez şaşırtması aklımdan birer birer geçti, bundan pek de memnun olduğum sayılmazdı.
"Selam." Başımı sallayıp, mırıldandım. Yüzümde sahte bir gülümseme vardı, aslında oldukça rahatsızdım. Cevabıma karşı güldü, ve bu beni olduğumdan daha da tedirgin yapıyordu. Yemin edebilirdim ki yaptığı her hareket, beni küçük düşürmek içindi. Burada aylardır çalışıyordum, fakat burda Harry varken sanki bu yere yabancı gibiydim. Ve benim tedirgin olmama sebep olması, beni daha da tedirgin yapıyordu.
Yeniden kafamı salladım, fakat bu sefer amacım kafamdan bu düşünceleri biraz olsun atabilmekti. Bir işim vardı ve bunu kaybetmeme neden olamazdı, buna izin veremezdim.
Hemşirenin odasına doğru yöneldiğimde, Lori beni o alıştığım, her zamanki sıcak gülümsemesiyle karşıladı. Masanın arkasındaki sandalyeye oturmuş, birkaç evrak işi yapıyordu. Hastaların delirmesi, ilaç verilmesi, ve hatta ölmelerini bile dosya kaydına geçirmek zorundaydı ve bu neredeyse sonsuza kadar süren bir işti. "Merhaba Lori." diye gülümsedim.
"Selam Rose, iyiki buraya uğramışsın. Buck'ın bacağındaki yaraların tedavisi için Lilly'den bikaç bandaj daha getirmesini isteyip, daha sonra benimle Marise'e yardım edebilir misin lütfen?"
"Söylediğin sırada mı?" Verdiği emirler biraz fazla geldiğinden, biraz tersledim. Ve bunlara sabahın 8'inde, yarı-uyanık bir şekilde gezinmemi eklersek, bunun ne kadar feci olacağını düşünemiyordum bile.
"Evet, üzgünüm tatlım fakat bu sabah biraz doluyuz."
"Önemli değil, bunları bitmiş say."
"Çok teşekkür ederim," dedi ve gülümsedi. Bu rahat ve yumuşak davranışları, beni bu işleri yapmaya itiyordu.
Ve daha sonra da hastaların ihtiyaçlarını giderme ve onlara yardım etme işine bir kez daha giriştim. Bir alt kattaki depoya girdim, ve Lori'nin istediği bandajları elimde tutarak geri döndüm. Depodan kendi başıma tıbbi malzemeleri almam yasaktı ve bunun sonucunda başıma kötü şeyler gelebilirdi. Neyse ki içimi ürperten bu şeyi atlatmıştım.
Burada hastalara yapılan şeyler feciydi. Birer köleymiş gibi davranılıyor , hatta onlara birer hayvanmış gibi davranıp kafese kapatıyorlardı. Lobotomi de sıkça kullanılan yöntemlerdi. Bu yöntemde gözünüzün arkasına bir iğne çiviliyorlardı ve bu güya sizi rahatlatıyordu. Çoğu hastanın aklını başına toplamak için harcadıkları çaba boşunaydı. Bu nedenle artık bu yöntemi sadece feci derecede aklını yitirmiş olan hastalara uyguluyorlardı; bir eziyetten çok bir tedavi gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
psychotic | [türkçe]
Fanfiction"Onu meleklerimle dans ettiği için değil, isminin şeytanlarımı susturabildiği için sevdim." - Christopher Poindexter [original: weyhey_harry]