BÖLÜM 18 - "İyi Uykular Tanrım."
"Tanrı," diyor, Nietzsche, "öldü. Onu ben öldürdüm."
"Vicdan," diyor, Hugo. "İnsanın içindeki Tanrı'dır."
Tanrı uğruna kan döküp elinde, Kuran-ı Kerim, Kitab-ı Mukaddes ve İncil taşıyanlara bir bakın. Onlar sakal bırakır, yağlı su içerler. Fakat küfredip kadınları tekmeliyorlar. Onlar Tanrı'ya inandıklarını söylüyorlar fakat içlerindeki vicdanı öldürüyorlar.
Onlar yalnızca içlerindeki Tanrı'yı öldüren kafirler."
Kaşlarımı kaldırarak elimdeki ince kitabı olduğu yere bıraktım ve etrafıma baktım. Işık hafifçe kısılmıştı içeride, aydınlığı sevmiyor olmalıydı. Ya da sadece karanlığı sevmiyordu ve gecenin bu kasvetli karasına küçük bir ışık getirmek istemişti... Sadeydi, evi. Tam da ondan beklediğim gibi, abartıdan uzak ve sadece ihtiyaçlar için düzenlenmiş gibiydi. Sağda küçük bir masa vardı üzerine kağıtlar fırlatılan. Soluk beyaz duvarda bir saat asılıydı, beynimin içinde ötüyordu yelkovanın akrepten kaçma çabasının sesleri. Üzerimdeki elbiseleri çekiştirip zonklamaya başlayan başımı ovaladım biraz, ardından solda duran deri koltuğa yığılırcasına oturdum. Gözlerimi yumup başımı arkaya doğru yasladığımda sert fakat yavaş o adım seslerimi duymamla başımı tekrar kaldırdım. Bana doğru gelip elindeki kupalardan bir tanesini uzattı, bunun kahve olmasını umarak büyük bir heyecanla kupaya uzandım fakat hayır, bu kahve değildi. Tatlı bir kokusu vardı, biraz daha koklayınca o tatlı kokunun annemin yedi bahar dediği baharattan geldiğini anlayıdım.
Ona baktığımda delici kehribar gözlerin gözlerime odaklı olduğunu gördüm. Beni, bir kartalın avını izlediği gibi izliyordu, tehlikeli ve asil. Elimdeki kupaya sarılarak yutkundum. "Kahve olmadığı için üzgünüm." Dedi küçümseyici bir tonda. "Fakat bunu bile zor buldum."
"Elbette kahve olsaydı daha iyi olurdu fakat şu anda konumuz bu değil." Bana, ilginç bir bakış attı. "Seni dinliyorum." Kahveyi masaya bırakıp ona döndüm.
"Amar, bunu anlamak çok zor değil. Yardıma ihtiyacım var yardımına değil. Bazı şeyleri kendi gücümle kaldırmaya uğraştım fakat yetmedi benim gücüm. Bu, güçsüz olduğum anlamına gelmiyor. Benimki sadece bir teklif; incinmekten korktuğum insanlardan uzakta, incindiğinde umurumda olmayacak bir insandan yardım istemem gerekti ve bende seni seçtim." Omuz silktim, başka gidecek kimsem olmaması değildi konumuz; değinmedim bile. Sadece ona, ona karşı hissettiğim tüm duyguyla baktım. Bakışlarımın buzullardan bile daha soğuk olduğunu tahmin edebiliyordum, durdum ve cevabını bekledim.
"Elit, ben şimdiye kadar hiç kimse ile müttefik olmadım. Kimseyle ittifak kurmadım, ne yaptıysam hep kendim yaptım, başkaları için yaptım. Bu yüzden eğer istediğin yardım..."
"Afişler." Diye kesitim sözümü. "Nasıl bir etki yarattığını görmüyor musun? Birlikte çalışmamızı istememin nedeni işte bu etki! Bu tepkileri istiyorum. Bu yalnız yapabileceğim bir şey değil. Onlar seni dinliyorlar; evet, afişler için yardım ettiler fakat bu senin onayınla oldu. Kendi aranızda biz özgürüz oyununu oynamaya devam edebilirsiniz. Yine de kör değilim. Senin bu insanlar üzerindeki baskınlığını göz ardı edemem. Bana yardım etmelisin!" "Sana güvenmiyorum."
"Bende öyle fakat Amar, bu insanlar sana saygı duyuyorlar." Amar, rahatça oturduğu koltukta öne eğildi.
"Bu Savaş'ın hoşuna gitmezdi." Gözlerimi, halının desenlerine dikip durdum bir süre. "Biliyorum. Ama bu konuda yapabilecek hiçbir şeyi yok." Sustuk. Amar, çayımı bitirmemi söyledi, yalnızca. Sonra, odadan çıkıp, elinde bir battaniye ile içeriye girdi. Bir de yastık vardı. "Sabah seni burada görmek istemiyorum, Elit Ajun Sağanak." Diye esnedi. Tebessüm ettim. "Bu bana yardım edeceğin anlamına geliyor, değil mi?" Amar, uykusuzluktan kızaran gözlerini ovuşturdu. "Bunu daha sonra konuşuruz. Şimdi uyumaya bak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşka Tapanlar
RomanceKadın ölümdü, Adam ise ölü. • • • NOT: Olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünü olup bir distopya kaleme alınmıştır. Olayların gerçek olaylarla bağlantısı sadece benzerlik olabilir. Siyasi ögeler içermektedir, rahatsız olacaklara duyurulur. ...