A.T.▪ 38:"Milattan Sonra"

8.5K 371 49
                                    


BÖLÜM 38- "Milattan Sonra"

Hayatı pamuk ipliğine bağlı, ipek böcekleri gibiydik. Yarın ne olacağı, yarının olup olmayacağı bile belli değildi, bu küçük, acınası ve sadece acıları ile beslendiğimiz dünyamızda. İnsanlar sessizdi. İnsanlar korkaktı... İnsanlar, her zamanki gibi, titrek ellerini uçsuz gökyüzüne açarak af ve merhamet diliyorlardı, Tanrılarından. Ah. Tanrım, Tanrım...

Eskiden, koşulsuz şartsız bu fani bedenimi, merhametine teslim ettiğim güzel Tanrım. Bir gece, ansızın kapımın çarpılması ile yaşadığım bir korku vardı, eskiden. Artık, o korkuyu, hayat dediğimiz bu küçük ipin üzerinde yürürken, her anımızda gram gram iliklerimize işleyen, Tanrım.

Tanrım, belki de son kez açıyordum ellerimi; var olduğundan şüphe ettiğim merhamet kırıntılarının sahibi olmak için. Ne büyük işmiş, yaşamak! Nefes aldığımız her an için sana borçlu kalmak! Kanımızın her bir damlası ile sana bağlı ve bağımlı olduğumuz için mi bir anda dayanıyorsun, kapımıza? Ölümün soğuk tırnaklarını, derimize saplayıp bizi yalvartıyorsun...

Masumluk, en şeytani kalpte bile parlayan bir cevhermiş; anladım. Anladım artık. Bu fani vücutlarımız, masmavi gökyüzüne parçalanıp, bulutların beyazına sıçrarken, anladım. Ah, Tanrım. Neden yapıyorsun, bunu? Sapkınlıklar, insanların masumluk cevherinin parladığı kalplerindedir. Ne diye masumluğun tek müjdecisi olan bembeyaz bulutları lekelersin, bu kaynayan kızıllıkla?

Benim bu fani aklım kavrayamıyor, Tanrım...

Tanrım.

Tanrım.

Kafayı yemek üzereydim, uzandığım sahanlıkta. Dört bir yanımda alevler, alevlerden yükselen tepeler, tepelerden yükselen duman, dumanın gökyüzüne çizdiği o parçalanmış vücutlar... Var olduğundan bir haber olduğum gözyaşlarımın bulut çektiği gözlerim kanıyordu, adeta. Kalbimin sesini bile duymuyordum, çığlıklar kulaklarımı tırmalarken. Kalbim atıyor muydu, sahi?

Atmamalıydı artık.

Katman katman yükseliyordu, üzerime çökmüş bu farkındalık duygusu. Gerçekti. Gerçekti işte! Ne bir haberdi, ekrandan izlediğim; ne bir kitaptı, sayfalarını karıştırdığım; ne de bir filmdi sadece.

Yalnız da değildim, üstelik. Kimler vardı yanımda? Ayağa kalkmalıydım. Kalkmalıydım, değil mi? Sesler vardı... Sesler çoktu. Bir ses sıyrılıp kalabalığın içerisinden, endişeye boğdu beni.

Pat. Pat. Pat. Pat.

Bir anda kalktım ayağa. Arkama baktım. Bir alev topuna bakıyordum sanki... Alevler, koca binanın duvarlarını yalıyor, kendinden kaçmak isteyen küçük insanlara geçit vermiyordu. İçeriden çığlıklar geliyordu, dışarıdan, şükür sözcükleri.

Öylece bakakalmıştım, koskoca alevden mezara. Boğazım yırtılıyordu sanki; dudaklarım kupkuru... Başımın içerisinde bir güvercin yuvası vardı sanki; duymuyordum hiçbir şey. Yükselen dumanlar...

Ah, o dumanlar...

Simsiyah külleri ile koskoca yürekleri, arşa taşıyan o dumanlar...

Pat. Pat. Pat. Pat.

Bulutlar, kocaman, büyüyordu içine çektikçe dumanı. İnsanlar, bağırıyordu, ağlıyordu, haykırıyordu ama... Ama... ne yapabilirlerdi ki? Ne yapmışlardı ki? Neden?..

Başım dönüyordu. Ben... ben neden burada duruyordum ki? Neden buradaydım? Neden tek başınaydım? Hayır... Hayır, hayır. Yalnız değildim ki, tek başına değildim ki ben! Kimler vardı yanımda? Arda vardı. Arda nereye kaybolmuştu böyle? Savaş... Savaş neredeydi? Amar... Seven? Oktan, Alkan... Öykü? Neredelerdi?

Aşka TapanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin