BÖLÜM 2- Tanrı Parçacıkları Ve Polemos
Çağan'ın vurulmasının beşinci günüydü. Tüm okul, seferber olmuş, ardı ardına arıyor, geçmiş olsun dileklerini iletiyorlardı. Sosyal medya almış başını gitmişti... Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor, haber programları çalkalanıyor, bu durumu hoş görmeyenler ellerine klavyeleri alıp kahramanlık taslıyordu.
Onunsa sağlık durumu durağandı. Üç kurşundan sadece biri Çağan'ı bulmuştu, bu nedenle şanslı olduğunu söyleyenler çoğunluktaydı. Hayat, kaldığı yerden devam ediyordu. Belki biraz daha zor ve hızlı olarak. Şu son beş gün içerisinde bir çok kanal, röportaj dileğinde bulunmuştu fakat hiçbiri babamdan veya annemden olumlu bir yanıt alamamıştı. Bunu –onların değimiyle- şova çevirmek istemiyorlardı. Yine de ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, Çağan Ertürk ismi, bir çığ misali büyüyordu, zaman geçtikçe. Bu süre boyunca her birimizin ifadesi alınmıştı, olaydan önce ve sonra nerelerdeydik, neler yapıyorduk, vurulan şahsı ne zamandır tanıyorduk gibi, klasik sorulardı. Olayı ilk elden gören ve hatta bunun kaydını alanlar bile vardı. En başta güvenlik kameraları bizim en güçlü sığınağımızdı.
Eylemler sonrasında toplam yirmi dört kişi göz altına alınmıştı. Hatta içlerinde tanıdığımız arkadaşlarımız bile vardı. Her okula gidişimde, yanıma hiç tanımadığım insanlar geliyor, sulu gözleriyle geçmiş olsun diyor, bunu yapanlara lanetler okuyor, elimi sımsıkı tutup gidiyorlardı. Çeşitli şehirlerde, Çağan adına eylemler düzenleniyordu. Çağan için yürüyor, onun tez elden sağlığına kavuşmasını en içten diliyorlardı.
Elbette bu olay, arkadaş grubumuzu da derinden etkilemişti. İkiye bölünmüş gibiydik... Melis ve Yeşim, bizden biraz daha uzakta duruyorlardı. Melis'in ailesine, Yeşim'inse kocasına göre Çağan bir vatan haini, bir teröristti. Toplumun huzurunu bozuyor ve adaletin kararlarını sorgulayıp hükümete yalancı diyordu – bu düşünce tarzını epey garip buluyordum.
Bir genç kızın tecavüze uğrayıp öldürülmesi, katillerininse yalnızca bir gece tutularak ardından salınması adalet miydi? O halde böyle bir adaleti içimizde barındırmak ne kadar doğruydu? Kafalarını belirli düşüncelerle bozmuş insanların, böylesine toplumsal bir olayı hükümet ile iliştirmesi ne kadar doğruydu?
Bu yaşanılan olaylarda, bir zerre doğru var mıydı? Hayır. Öyleyse olmayan doğruların bizi bu denli içten etkilemesine, yıkmasına ve öğütmesine neden izin veriyorduk?
Evet, sorular çoktu; cevaplar yoktu... Bense kafamı birçok şeye vererek, yaşamam gereken gündelik olaylar süresince düşüncelerimi Çağan'dan uzaklaştırmaya çalışıyordum. Derslere her zamankinden daha çok yoğunlaşıyor, yapmadığım bir şey olan not tutma işlemini gerçekleştiriyordum. Boş zamanlarımda ya temizlik yapıyor, ya da resim çizip, yazılar yazıyordum. Kitap okumak, yürümek, koşmak, film izlemek, müzik dinlemek gibi eylemler beni her zamankinden daha çok Çağan'ı düşünmeye itiyordu. Annemin izin verdiği, benim de kendimi yeterince cesur hissettiğim zamanlarda onun yanına gidiyor ve camdan izliyordum, sadece. İçeriye kimseyi almıyorlardı. Ne beni, ne Arda'yı, ne annemi ne babamı... Hatta sözlüsü, Elif'i bile, almıyorlardı. Evet, Çağan'ın bir sözlüsü vardı.
Ve işte canımı acıtan bir çentik daha!
Her zamankinden daha çok bağlanmıştım sigaraya. Arada, Arda ve Çağan'ın yaşadığı karşı daireye ilişiyor, dolaplarından içki aşırıp dikiyordum kafaya. Çok nadir oluyordu bu. Gözyaşlarının gözlerime birikip beni boğmayla tehdit ettiği zamanlarda yaptığım bir şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşka Tapanlar
RomanceKadın ölümdü, Adam ise ölü. • • • NOT: Olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünü olup bir distopya kaleme alınmıştır. Olayların gerçek olaylarla bağlantısı sadece benzerlik olabilir. Siyasi ögeler içermektedir, rahatsız olacaklara duyurulur. ...