BÖLÜM 37– "Milat"
Bir gece, ıslak kokulu yapraklar
Çalınıyor burnuma.
Küçük, yavru, kuzguni kırlangıçlar
Dolaşıyor parmaklarımın arasında.
Bir ağustos böceği
Ötmeye başlıyor,
Kasımın en ortasında.
Ayın;
Denize yakamozu çıkıyor.
Ben
Seni seyrediyorum.
Gözlerindeki okyanuslara şavkı
Vuruyor gözlerimin.
Saçlarında izi kalıyor,
Ellerimin.
Bunun için gel yanıma;
Sır sıkı sarıl bana.
Sonunu çekeyim içime tüm nefeslerimden;
En sen kokulu
Nefesimin.
Kalemi, defterden çekip, ona baktım. Gözleri, büyük bir dikkatle yola kilitlenmiş, kuzguni bukleleri camdan içeri doluşan hava ile hareketlenmeye başlamıştı. Arabanın içerisinde hüküm süren sessizliğin son damlarının yaşandığı bu zamanlarda, sıkıntıyla derin bir nefes çektim içime. Dönmek istemiyordum fakat dönmek zorunda olduğumuzu biliyordum. İçimde, daha önce tatmadığım, derince bir hüzün fırtınası koparken yapabildiğim tek şey, oflayıp puflamaktı. Kalemi, defterin sayfasına vururken çıkan her bir mürekkep izi ile, boğazıma bir yumru oturuyordu. Neden böylesine karamsar hissettiğimi bilmiyordum. Sadece hissediyordum işte... Boğazımda koca bir düğüm vardı ve çözülmüyordu bir türlü. Şimdilerde, çözülmesini de istemiyordum aslında. Kendimi, zayıf hissetmekten nefret ediyordum. Gerildiğimi hissettiğim anda, sanki bu, hayatımı etkileyecekmiş gibi bir anda, farklı bir konu bulmaya çabaladım. Mesela...
Meselası yoktu. Aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Derin, titrek bir nefes alıp, ona baktım tekrar. Ona bakınca, boğazımdaki düğüm, yumru ya da balon büyüdü, büyüdü ve birden patladı. Çarpılmış gibiydim. Onun o ifadesiz yüzü, her şeyi sonlandıran noktaydı işte. Savaş, benden çıkan iğrenç sesleri duyup, endişeyle elime uzandığında, arabayı durdurmasını söyledim. Bunu yaptı.
Araba durduğunda, kendimi zorla atmıştım dışarıya. İçimdeki bu huzursuzluk, göz yaşlarımla birlikte yanaklarımdan akıp gitsin istedim fakat o hep oradaydı. Hıçkırarak ağladım. Hava soğuk değildi fakat üşüyordum. Tüm bunlar çok fazlaydı. Çok, çok fazla. Savaş, yanıma gelip beni omuzlarımdan tutarak kollarının arasına aldığında, hıçkırıklarım şiddetlenmişti. Durduramıyordum.
Durmuyordu.
Bu şey her ne ise benden kopamıyordu ve o şeyden kopmak istiyordum. Bunu nasıl yapabileceğimi bilmiyordum; bu lekeden kopmak, koşmak, kaçmak istiyordum. Geri dönmek istemiyordum. Geri dönüp bir kaçak olarak yaşamak, tekrar tüm yükü omuzlamak istemiyordum. O adamın sözleri kulaklarımda çınlayıp, yüzü kabuslarımı süslerken tek istediğim tüm sevdiklerimin güvende olduğunu bilmek, hissetmekti. Tek... tek istediğim buydu.
Köşeye sıkışmış gibi hissediyordum ve gerçekten öyleydi. Köşeye sıkışmıştım; köşeye sıkışmıştık. Kafamıza kadar çamura batmıştık işte... Ne yaparsak yapalım çıkmayacaktı lekesi derimizden. Gözlerimizden. Zihnimizden. Uykumda bile alabildiğim o kan kokusundan nefret ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşka Tapanlar
RomanceKadın ölümdü, Adam ise ölü. • • • NOT: Olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünü olup bir distopya kaleme alınmıştır. Olayların gerçek olaylarla bağlantısı sadece benzerlik olabilir. Siyasi ögeler içermektedir, rahatsız olacaklara duyurulur. ...