A.T.▪ 40: Dünyayı Güzellik Kurtacak

10.4K 380 37
                                    


BÖLÜM 40– Dünyayı  Güzellik Kurtaracak 

Evet, daha önce, Çağan'a o olmadan yaşayamayacağımı söylememiştim. Çünkü yaşardım; biliyordum. Hep bilmiştim. Hep düşünmüştüm bunu... Fakat Savaş'ın olmadığı bir dünyayı düşleyemiyordum. Benim hayatım, onun bukleleri ile sarmaş dolaştı artık. Her bir teli değerli, her bir teli özeldi, onun. Kuzguni parıldayan, küçük bir buseydi o. Güldüğünde, ay, en mutlu ışıltısını yayardı, dünyamıza.

Ah, buklelerine kayıplarını asan adam...

Bense, çaresizce elimi açarak o ışıltıyı avuçlamaya çalışan fakir bir bedeviydim. Yürüyor, yürüyordum... Koşuyor, koşuyordum... Fakat ben ne kadar yürüsem de; ben ne kadar koşsam da; o ışıltı hep uzakta, hep uzakta kalıyordu. Kalbimdeki bu sancının, tenimden süzülen soğuk terlerin, mideme sarılmış bu korkunun ve gözlerime yerleşmiş bu yaşların sonunu getirecek o ışıltı ne de uzak kalıyordu göğe açılmış avuçlarımdan!

Bir adımım, diğerini takip ediyordu son hızla. Yürümüyor; adeta koşuyorduk. Yanımda kim vardı, önümde ne vardı bilmeden koşuyordum... Son çare yerlerde dolaşıyordu ürkek bakışlarım. Küçük bir ayak izi, bir saç teli arıyor, beni ona ulaştırmak için her çareyi göze alıyordu.

Fakat sonra, bir şey hissettim. Nefesim öyle bir kesildi ki, düşmemek için en yakınımdakine tutundum. Kalbimde öyle bir sancı vardı ki... Bedenimi baştanbaşa sarıyor, solumu bütünüyle uyuşturuyordu. Durmamam, yürümem, koşmam, hatta uçmam gerekiyordu, onu bulmak, kocaman sarılmak için! Bir şeye tutunduğumu zar zor fark ediyordum. Kendimi zorlayarak ilerlemiştim fakat nafileydi çabam! Bir el, kolumu tutarak beni kendine döndürdüğünde, kulaklarımda, olmayan bağırtılar, yaşanamayacak kadar korkunç senaryolar okunuyor, çağırılıyordu. Birisi, ismimi seslenerek, omuzlarımdan tutmuş sarsıyordu, beni. Gözlerimin kapalı olduğundan bile yoktu haberim, yalnızca izliyordum dünyayı öylece. Ve acı... Acı, tüm solumu sarmıştı şimdi. Nefesim kesiliyor, beni çürütüyordu içten içe. "Elit!" Ağzımı açıp, bir şey söylemeye çalıştım fakat hiçbir şey söyleyemedim. Berbat hissediyordum; onu bulmalıydım. Tanrım, bulmalıydım onu!

Bir şey olmuştu... "Elit, kendine gel!" uyuşan kolumu hareket ettirmeye çalıştım fakat bu sadece daha çok acımasını sağladı. Terlemeye başladığımı hissediyordum; bir şey boğazımı sımsıkı kavramıştı sanki... "Elit! Kendinde gel, hızlı olmamız lazım..." bir anda, her şey eski haline döndüğünde, şaşkınlıkla bakındım etrafıma. Sol tarafımdaki uyuşukluk yavaş yavaş akıp giderken, nefeslerim titriyordu. Karşımda duran kişi, Amar'dı, "Elit?" Diye sordu, tekrar ve yine başladık koşmaya, elimiz kalbimizde...

Koştuk, koştuk, fakat sadece bir buçuk dakikaydı, bize yıllar gelen... Sonunda, Amar, beni durdurarak gördüğü bir şeye yürüdü. İsteksizce gittim o tarafa; korkuyordum çünkü. Korkudan ve acıdan silkinmek, bir an önce onu ayakta, sapasağlam görmek istiyordum. "O, ne?" Diye sorduğumda, gözleri bir çizgiyi takip ediyordu. Gözlerine baktığımda, o güneş sarısı gözlerinin gri bulutlar ile çevrelendiğini gördüm. "Ne?" Diye sordum tekrar. İlerleyip, onunla aynı yere baktığımda ise...

Ah, Tanrım. Biz ki, sadece doğrularımızın ucundan tutarak engebeli bu yolda sürünerek yürümeye çalışan bir grup akılsız insan parçasıydık. Dört bir yana saçılmıştı, kolumuz, bacağımız. Zaten tek parça değildi, bedenimiz. Aklımız uçmuştu, vücudumuz ise, parça parça... Toprak kokuyordu, kanımız. Kıpkırmızı döküldüğünde, yeşeren filizlerin üzerine, bir anda canlanırdı, gökyüzü; akıtırdı, varını yoğunu.

Biz ki, yalnız ve mutlaka adaleti istemiştik. Bu yolda koşarken, pabuçsuz ayaklarımız parçalanmıştı, dikenli çalılar ile... Ve o dikenli çalılardı ki, adalet kelimesinin içini boşaltıp, tüm organlarını üç kuruşa satan. Ah, Tanrım.

Aşka TapanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin