BÖLÜM 19 - Güneşe Gömülenler, Ayı Selamlarlar.
Mevsimlerin geçtiğini görüyorsun,
Ah, hayır bebeğim sensiz ağlamayacağım.
Gözlerimden düşen yaşları topla,
Onlara ihtiyacın olacak.
Ne yapacağımı bilmiyorum, ah...
Ah, bana ne yapacağımı söyle çünkü ben bilmiyorum.
Sevgilim giderken ona bakıyorum
Ardımdan gülümse.
Ardımdan ağla.
Çünkü ben, öyle yapıyorum.
Sevgilime veda ediyorum.
Gözlerimin üzerindeki perdeler yavaşça aralanırken, küçük güneş kristallerinin o aralıktan içeriye akın ettiğini hissettim. Bu, bedenimi uyuşturur, bense gözlerimi tekrar kapatma isteğiyle mücadele ederken, hayatımın hiçbir anında bu kadar huzurlu bir uyku sürmediğimi düşündüm. Çıplak kollarımı ve bacaklarımı kaşındıran çimenleri hissettiğimde kalbim yerinde gümbürdedi. Kulaklarım, haddinden fazla tanıdık olmaya cürret etmiş o ipeksi sesi işittiğinde adeta dondum. Her nefesim soluk boruma tıkanırken gözlerimi kapatmaya çalıştım tekrar fakat, olmadı.
İsteksizce doğruldum yerimden. Kalbimde o hiç unutmadığım donuk sızı misafirdi yine. Kendimi eski hissettim o anda. O kadar eski hissettim ki iğrendim bedenimden. Beynim uğuldarken midem kasıldı. Gözlerim, hapis olduğu bu renk cümbüşünden kaçıyor, kulaklarım kafatasımı yumrukluyor, nefeslerim ise geri geri gidiyordu sanki akciğerlerime inat...
Ruhum bilincimin kilitlediği kapıların önünde dolaşıyor, adım attığı her alan somutlaşıp bükülüyor ve sonu olmayan bir koridor yaratıyordu sanki başka bir yere kaçamayacağım.
İki ihtimali vardı bu savruk ruhun; ya geri dönüp en korktuğuyla yüzleşecekti, ya da ilerleyip kendini hayat denilen resimden bir çırpıda silecekti.
Geri dönmeyi seçti, ruh. Ruhum. Bu hayatta bedenimin tek sahibi ruhum; korktuğu bir diğer şeyden vazgeçip inatla geriye attı adımlarını.
Nedense yürüdüğüm yol kolay aşılmıştı her zamankinin aksine. Sınırsız bir nefes aldım ruhumun savaşı sona erip, bedenimi harekete geçirmek zorunda olduğumu fark ettiğimde. Zor oldu fakat ayağa kalktım.
Ayağa kalktım ve etrafa bakındım; su yeşili çimenler eridi gözlerimin önünde. Ayaklarımın altında biriken sudan yansımamı seyrettim şaşkınlıkla, güneş ışıkları tenimi kavururken başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. İki güneşiyle gülümsedi bana pembemsi gökyüzüm. Gözlerimi kırpıştırıp o sese odaklandım sonra... Bana sonsuzluk gibi gelen bir sürenin sonunda ilk defa duyduğum hafifçe buğulu, kadife kadar yumuşak, bir daha asla duyamayacağımı düşündüğüm o ses ruhumu ayrı bir diyara taşımıştı işte!
"Elit?" Gözleri, gözlerimde odaklanırken kalbimin hastalıklı bir motor gibi tıkandığını hissettim; o aptal gözlerim doldu fakat bu defa biliyordum ki, yok yere değildi.
O, karşımdaydı işte ve geriye kalan tüm sesler ve heceler kifayetsiz kalıyordu. Dudakları pervasız bir gülümseme ile bükülürken, mavi yeşil gözleri sadece ikimizin bildiği bir sırrı paylaşıyormuşuz gibi parıldıyordu. Ona doğru koşup kendimi kollarında bulmak için yanıp tutuşsam da hareket etmeyen bedenim beni yerime mıhlıyordu. Ben ona doğru gidemezken o bana geldi. Tüm bedenim aptalca titrerken elleri, ellerimi buldu. Dolan gözlerimi gördüğünde hafifçe güldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşka Tapanlar
RomanceKadın ölümdü, Adam ise ölü. • • • NOT: Olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünü olup bir distopya kaleme alınmıştır. Olayların gerçek olaylarla bağlantısı sadece benzerlik olabilir. Siyasi ögeler içermektedir, rahatsız olacaklara duyurulur. ...