"Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme kaybolursun
Sokaklarda mızıka çalma çocuk
Vurulursun."-Atilla İlhan
* * *
2003 yılının gittikçe artış gösteren kış yağışları, (...) Yetimhanesinin kiremit çatısına kara bulutlar misali çökelmişti. Pek sağlam sayılamayacak olan bu yapı, bu yoğun yağışlar altında sıcak altında eriyen bir şekermişçesine eriyor idi adeta!
Sıvası dökülmüş duvarları, içlerindeki tüm kumu ve çakılı, boyası ile beraber suyun akışına bırakıyor ve kendilerini bu kimsesiz gözlerin önünde çırıl çıplak bırakıyorlardı. Maddi bütçe konusunda da sıkıntı çeken kurum, içerisinde, kışı nasıl atlatacakları hakkında kara kara düşünen bir avuç işçi barındırmaktaydı. Elbette, bunu hiç umursamayıp, gözünü ve algısını yalnızca ay sonu maaşına dikmiş işçiler de yok değildi.
Böyle zamanlarda bu zavallı, kimsesiz çocuklar yataklarında tir tir titrer, hatta kimi zaman su dolu koca bir havuza dönüşen bahçeyi geçemediklerinden okula dahi gitmekte sıkıntı çekerlerdi. Suya boğulmuş bahçeyi geçip, okula varabilenler ise ıslak kıyafetler ile durmaktan olsa gerek, bu soğuk havaya daha çok dayanamaz ve çeşitli hastalıkların pençesinde, yataklara düşerlerdi.
(...) Yetimhanesinde, hastalığın türü soğuk algınlığı olsa dahi bir veba salgınıymışçasına yayılır ve ilk hasta olana sert gözlerle baktırırdı. Gözler, "seni haylaz velet!" Derlerdi, sanki. "Seni sorumsuz küçük şeytan!" Bunun nedeni de belliydi, oysa. İlk halka git gide genişler ve sonunda tüm yetimhaneyi etkisi altına alan bir mikrop zaferiyle son bulurdu. Bu yaklaşık bir buçuk ay kadar sürerdi. İnsanlar, kışın yarısını bir fiil hasta geçirmekten, şikayetçi fakat yine de ellerinden bir şey gelmeyeceğini bilerek yaşayıp giderlerdi. Ayrıca, tüm bu olumsuz olgular yetmezmiş gibi, yetimhanenin su alan duvarları odalara rutubet yayar, havayı nemlendirirdi. Bu, elbette hastalığın iyileşme süresini iyiden iyiye uzatır, iyice canından bezdirirdi insanları.
İşte böyle bir kışın eşiğinde, yağışlar yine bu gibi bir felaketin geleceğinin haberciliğini yapar iken, sonunda oyun oynamak için dışarıya çıkıp yanlışlıkla bir su birikintisine düşen o çocuk sayesinde bu haber gerçeğe bürünmüştü. Çocuk, ateşler içerisinde kıvranıyor, daima tek ailesi olan ağabeyinin ismini sayıklıyordu. Kıvırcık, güneş rengi saçları terden derisine yapışmış; gece karası gözleri yarı açık boş bakışlarla tavana sabitlenmişti. Yarım saate bir, bir öksürük krizi zayıf, küçük bedenini şöyle bir sarıyor; onun nefesini kesip, onu kusturuyor ardından tekrar rahat bırakıyordu bu küçüğü.
Çocuk en fazla yedi yaşlarında olmalıydı. Etrafında dolaşan anneler, çocuğun sağlığını iyi etmek için ter döküyor, bir yandan da bu zavallıcığı diğerlerinden uzakta tutmaya çalışıyorlardı ki, hastalık daha da yayılmasın. İlaçlar azdı, hastaneye gitmekse masraf!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşka Tapanlar
RomanceKadın ölümdü, Adam ise ölü. • • • NOT: Olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünü olup bir distopya kaleme alınmıştır. Olayların gerçek olaylarla bağlantısı sadece benzerlik olabilir. Siyasi ögeler içermektedir, rahatsız olacaklara duyurulur. ...