A.T.▪ 29 : Erkek Kadına Dedi Ki

8.7K 350 31
                                    


BÖLÜM 29 - Erkek Kadına Dedi ki

Bazı şeyler, kolay elde edilmez fakat kolay kayıp gider parmaklarımızın arasından. Biz ne kadar sıkı sarılırsak, o kadar hafifleşir, daha kolay uçmak için. Küçük bir kuş tüyü gibi, ne kadar süre elinizde tutacağınıza siz değil, o kuş tüyü karar verir. Rüzgâr estiğinde gitmekte, parmaklarınızın arasında konaklamak da, onun seçimidir. Oysa ne kadar da önemli olmuştur birden bire o kuş tüyü!

Küçükken, bir kuşum vardı. Muhabbet kuşuydu, dedemin binlerce kuşu arasından sadece bir tanesi. Bana, beyaz, el işi olduğu belli olan, motifleri özenle, ince ince işlenmiş bir kafes ile birlikte vermişti, kuşu. Kuşun kanatları bembeyazdı, gözleri kıpkırmızıydı. Dedem, bu kuşun albino olduğunu, çok nadir bulunan bir tür olduğunu söylemişti. Çok iyi bakmam gerektiğini söylemişti. Köyden dönerken, arabadayken kafese sımsıkı sarılarak uyumuştum. Eve gittiğimizde, üzerine o kadar çok titremiştim ki!

O küçücük aklımla, manzarayı izlemesi için pencerenin kenarına koymuştum. Ne mi olmuştu? Yabani bir kumru gelip benim güzel kuşumun gözlerini oyarak öldürmüştü onu. Oysa ben kuşuma çok güzel bakıyordum. Suyunu ve yemini de eksik etmeyecektim. Fakat o yabani kumru, bana bu şansı hiç tanımamıştı. Bembeyaz kanatları, kıpkırmızı olmuştu, kuşumun. İşte o günden beri, korumak istediğim her şeye, herkese zarar gelmişti bir şekilde. Hep acı çekmişlerdi, hep acı çekmiştim. Bunu engellemenin bir yolu olmalıydı, değil mi?

Yoktu.

Sevdiklerimi, korumanın, kendimden ve diğer tüm acılardan korumanın, bir yolu yoktu. İşte, çaresizlik buydu. Hani derlerdi ya, ellerim, kollarım bağlı...

İşte aynen böyle hissettiriyordu. Berbat hissettiriyordu. Çaresizlik aslında, ne korkuyla ne de nefretle eş değerdi. Hepsinden daha üstün, hepsinden daha iğrenç bir duyguydu çaresizlik. Bir şeyler yapabileceğini bilirken, hiçbir şey yapamamaktı, çaresizlik. Çığlık attığınızda, sesinizin duyulmaması gibi.

Ya da, milyonlarca insanın arasında, görünmezi oynamak gibiydi, çaresizlik. Yok, olurdunuz, her şeyi görür, hissederdiniz. Ne yapacağınızı bilirdiniz, fakat... Yapamazdınız. İşte hepsi buydu.

Derin bir nefes alırdım, koridorda dikilirken. Karşımda, bir tablo vardı. Çiçeklerle bezeli bir kırda koşan iki çocuk. Çocukların yüzleri resmedilmemişti, nedense bu bana ürkütücü geldi. Biraz da üzücü. Morgun bulunduğu koridorda gördüğünüz bir tablo, her halükarda korkunç görünürdü fakat bilemiyordum. Bu titrememi sağlamıştı. Arda, bana yürüyüp elime bir çikolata tutuşturduğunda, neredeyse kusacaktım. Ölüm kokan bir koridorda çikolata mı yememi istiyordu? Ona bunu söylediğimde bana eğer ölüm kokan bu koridorda bu çikolatayı yemezsem, yakında ölüm kokacağımı söyledi. Ona ters bir bakış atmakla yetindim.

Herkes, perişandı. Özellikle Sylvia. Onun gerçekten Aramis'ten hoşlandığını bilmiyordum, Tanrım, keşke bilseydim. Belki bunu, Aramis'e söyleyebilirdim.

Üzgündüm ve yorgun ve endişeli ve korkak...

Sadece Savaş'ın bir an önce o ölüm kokan odadan çıkmasını ve ona sımsıkı sarılmayı istiyordum. Savaş'ın orada kalmasını istemiyordum, kaç dakikadır içerideydi? Çıktığında, dudakları morarmıştı, Tanrım, çok soğuk olmalıydı. Gözleri kıpkırmızıydı ve o kadar beyaz görünüyordu ki, gerçekten korktum. Gözlerine baktığımda, donuk iki koca obsidyen parçası gördüm ve bu beni korkuttu. Onu buradan götürmek ve son günleri hafızasından silmek istiyordum. Savaş, önümden geçip gitti, beni fark etmedi bile. Oraya, bekleme koltuklarından birine adeta çöktü. Kalbimin, onun için acıyla kıvrandığını hissediyordum. Yalnız kalmak istediğini anlayabiliyordum çünkü bunu bende istemiştim fakat... Fakat en son anına kadar yanında kalmak ve ona gerçek anlamda sımsıkı sarılmak, hiç bırakmamak istiyordum.

Aşka TapanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin