Ve ben,
Küçük bir kırlangıç gibi savunmasız karşında,
Karşında devamlı küçülen...
Küçülen savruk bir matruşka!
BÖLÜM 33 - "Edamızdaki dünya."
Daha önce böyle hissettiğimi hatırlamıyordum. Sanki biri dudaklarımdan içeri süzülüp, boğazımı kavramış ve nefesimi son zerresine kadar çekmişti içine. İşte karşımdaydı. O, kapının eşiğinde o kadar güzel görünüyordu ki gözlerimin dolmasını önleyememiştim. Önlenemez kalp atışlarım, kesilen nefes seslerim ile sadece ona bakıyordum ve o an farkına varmıştım aslında yaşadığım şeylerin ne denli tehlikeli olduğunun!
Ve onu ne kadar özlediğimin.
Ve bir daha onu göremeyebilecek kadar ölü olabileceğimin...
Onu gördükten sonra, tüm renkler, sesler, biçimler daha keskin, daha belirgin olmuştu adeta. O kuzguni bukleleri, iki koca dalgalı okyanusu ve tüm diğer her şeyiyle öylece karşımda dururken ona çekildiğimi hissediyordum. Günlerdir hayalini kurduğum o kuzguni gözlere büyük bir açlıkla yumulmuştu gözlerim. Bir an için ayırmaya çalışmamıştım gözlerimi, gözlerinden. Susuz birer bedevi gibi kana kana yudumluyorduk bakışlarımızı.
O an, sırf bu görüntü için bile yapabileceklerimin, söyleyebileceklerimin haddinin hesabının olmadığını fark ettim. Onu öylesine istiyordum ki, ona dokunursam bana kalan son nefes zerreciklerinin de toz olup uçacağına emindim. Birkaç defa açılıp kapandı, kırmızıya yatkın, keskin dudakları. Bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi. Ölmekte olan bir kişinin son sözcüklerini söylemeye korkması gibi... Sanki bir şeyler diziliydi aklında fakat dili bir türlü tercüme edemiyordu, hissettiklerini. Ona öylece baktım, sadece. Hiçbir şey söylemeden; tıpkı onun gibi bir şey söylemeye cesaret edemiyordum.
"Merhaba," dedi, Öykü, yanımda. O anda, gerçek dünyaya çekildim sanki. Savaş, gözlerini kırpıştırarak Öykü'ye çevirdi gözlerini. "Sonraki nöbetçi sensin, sanırım." Savaş, kafası karışmış gibi göründü bir an için fakat sonra toparlandı. "Hayır, sadece... Bizi biraz yalnız bırakma şansın var mı?" Sesini duyduğumda uyuşan bedenime, beynim, sakin olma komutunu aşılarken Öykü'nün sesi doldurdu odayı tekrar. "Ah." Dedi, önce, ardından gözlerini kısarak Savaş'a baktı. "İsmini öğrenmeliyim. Ve tabii numaranı da. Üzgünüm, bana söylenen..."
"Onun Savaş York olduğunun farkındasındır, umarım." Öykü'nün sözünü kesen kalın sesin sahibi, Savaş'ın arkasında belirirken, yutkunarak yatakta uzanmanın utancını en içimde yaşamaya devam ettim. Amar, o keskin sarı bakışlarıyla Savaş'ın arkasında belirirken yatağımda doğruldum. Savaş, Amar'a öyle bir bakış atmıştı ki, yerimde titredim. Fakat Amar, etkilenmeden öne yürümeye devam etti. Öykü'nün ise yüzü bembeyaz kesilmiş, gözleri Savaş'a kilitlenmişti.
"Polemos olan... Savaş mı?"
"Evet, Polemos olan, Savaş." Dedi, Amar bıkkınlıkla. "Şimdi lütfen dışarı çık." Öykü, kapıya doğru koşar adımlarla yürürken birden Savaş'a çarpınca, tökezleyerek duvara tutundu, ardından kocaman açılmış gözlerle tekrar Savaş'a döndü. "Çok çok çok özür dilerim!"
"Sorun değil," dedi, Savaş, hafifçe gülümseyerek. Kız gittikten sonra, az önce olan şeyler ile ilgili kafamda beslediğim tüm soru işaretlerimi yayıma takarak onlara fırlatmak için Savaş ve Amar'a döndüm. "Neydi o öyle?" Diye sordum, son sesimle, sesimin kısıklığının etkisini en az dereceye düşürmek için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşka Tapanlar
RomanceKadın ölümdü, Adam ise ölü. • • • NOT: Olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünü olup bir distopya kaleme alınmıştır. Olayların gerçek olaylarla bağlantısı sadece benzerlik olabilir. Siyasi ögeler içermektedir, rahatsız olacaklara duyurulur. ...