- Son Söz -

9.8K 279 28
                                    


Öfke sorunları yaşıyordu. Kesinlikle öfke sorunları yaşıyor olmalıydı. Evden çıkarken kapıyı o kadar sert çarpmamalıydı. Belki de, karısını öpmeliydi. Evet, dışarı çıkmadan önce karısını öpebilirdi. Çocukları ondan çikolata mı istemişti? Ah, bunu neden dinlememişti ki, onları da öpmeliydi. Kesinlikle çocuklara bağırmamalıydı. Peki ya kayın validesi?

Yaşlı bir kadıncağıza neden bağırmıştı ki? Ah, şimdi hatırlıyordu. Dışarı çıkmadan önce koridora savrulan bir oyuncağın üzerine basmış ve onu kırmıştı. Çocukların ağıtları hala kulaklarında çınlıyordu.

O bir polisti. Bir polisti! Öfke sorunları olan bir polis olmak istemiyordu. Böyle olmak istemiyordu. Ah, hayır, onun öfke sorunları yoktu. Sadece biraz sıkıntılı bir zaman geçiriyordu. Ve şu kayın validesi...

Ah, kadın susmak bilmiyordu.

Hayır, hayır, kadın yaşlıydı. Yapacak bir şeyi yoktu, tabii ki konuşacaktı. Kadın haklıydı, evinin sıvası dökülüyordu, çocukların odasının duvarları 'rutubetlenmişti', çatı akıyordu. Bir bankadan kredi çekmeyi düşündü, evet, evet böyle yapmalıydı. İhtiyacı olanlara hızlı kredi veren bankalar vardı...

Hayır, hiçbir banka ona bir kuruş bile vermezdi. Bunu biliyordu.

Karısının giyecek bir şeyi kalmamıştı. Mahalle bakkalına borçlanmışlardı, adamın yüzüne bakamıyordu artık! Güya bir de komşu olacaklardı! Bir dolmuşa bindi. Durakta beklerken bir de sigara tüttürmüştü, sigarayı da bırakmalıydı artık. Çocuklarına kötü örnek oluyordu. Hem, boyuyla beraber borca batmıştı değil mi? Ne diye sigara denen bu illete para veriyordu ki artık?

Ama kendine de biraz acımalıydı, değil mi? O koca karının her ilacına ayrı para öderken kendine bir sigarayı mı çok görüyordu?

Pişman oldu hemen, neden kadının ilaçlarına laf ediyordu? Kadının bir suçu yoktu ki...

Karısı, daha geçen gece elindeki faturaları saymaya girişmişti. Postacı artık evin yolunu ezberlemişti. O kadar tanıdıktı ki, iki çay içer, tavla atarlardı, zamanları olsa şöyle rahat, rahat... Ama hayır, Ahmet'in hiç rahat zamanı olur muydu? Şimdi de telefonu çalıyordu bangır bangır. Sırtından soğuk terler boşanıyordu sanki.

Bir dakika rahat bırakın adamı be kardeşim!

"Alo?" Arayan, annesiydi. Aman yavrum diyordu, kardeşin oralarda sefil biliyorsun, iki üç kuruş bir şey gönderiver çocuğa, bak aç açıkta kalmış garibim.

Tamam, anne. Tamam. Hallederim ben takma sen kafanı, tamam. Hallederdi. Hep halletmek zorunda kalmıştı zaten. Aman, aman! Kardeşini de suçlamıyordu hiç! Er adam, diyordu. İhtiyaçları var elbet, hatırlasana kendi zamanlarını be Ahmet...

Dolmuştan inip otobüs durağına yürüdü. Onu, böyle tebdili kıyafet görenler, küçük bakışlar atıyor, saygıyla yolundan çekiliyorlardı.

Ha, şöyle. Ha, şöyle biraz rahat ettirsin beni şu üzerimdeki illet.

Bir kadının çantası gözünü almıştı. Pembe, epey parıltılı bir çantaydı bu. Gerçi, kadında öyleydi ya. Takmış takıştırmıştı maşallah! İnceden izledi, kadını, Ahmet. Beğeniden değil! Meraktan.

Elinde bir zarf vardı böyle allı pullu. Aklına kendi zarfları geldi. Uzun, beyaz, küçük bir kare boşluktan isminin, soy isminin, adresinin göründüğü zarflar. Banka ekstreleri, gecikmiş su faturası bildirgeleri, kiracının uyarıları falan filan...

Yine terledi, Ahmet. Ne bastırdı sıcak. Aman, hiç iyi olmadı bu, hiç. Beklediği otobüs geldi sonunda. Bindi, tutundu bir yere, okuttu ak pilini de, camdan görebildiği kadarıyla izlemeye koyuldu, artık ezberlediği evleri, arabaları, yüzleri. Zengin bir muhitti burası. Hep dikili bina, hep dikili bina!

Aşka TapanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin