Turne bitince Winter sürpriz yapıp Paris'te doğum günümü organize etmişti. Öncesinde ailem ve arkadaşlarımla güzel bir parti yapmıştık. Annem ve Gemma Winter'a bayılmışlardı. Hemen kaynaşmalarına ben de sevinmiştim. Sanırım ailede kabul görme heyecanı da tarihe karışıyordu. Winnie o talihsiz olaydan sonra iyileşme dönemindeyken ailesiyle tanışmıştım ben de. Babası tam bir centilmendi. "Kızımın sevdiği adam benim de oğlumdur. Bizden çekinme, yeni bir ailen var artık. Böyle düşün." Bu yüzden rahattık. Hem de güzele giden bir düzelme vardı hayatımızda.
Doğum günümde Winnie çok hoş bir restoranda yemek düzenlemişti. Sadece ikimiz vardık; son derece samimiydi, özeldi. Çok büyük bir özenle hazırlanmıştı. Giydiği siyah parıltılı mini elbiseyle muhteşem görünüyordu.
"Beğendin mi?" diye fısıldamıştı kulağıma. Nefesi boynumu okşamıştı. Parfümü teninde dans ediyordu. Kendimi böylesine özel hissettiğim başka zaman yok gibiydi.
"Soruyor musun? Her şey harika." dedim. Dudaklarına birkaç saniye sıcaklığımı verdim.
Masamıza geçtiğimizde restoranın kapısını kapattılar. "Neden ama?" diye mırıldandım. Etrafıma baktığımda masaların boş olduğunu gördüm. "Yoksa sen?" devamını getiremedim.
Winnie sadece gülümsedi. Evet, sevgilim doğum günüm için Eyfel Kulesi'nin tepesindeki tek restoranı kapatmıştı. "Ama nasıl?"
Winter önündeki kumaş peçeteyi dizine sererken konuştu. "Dizinin birkaç bölümünü burada, Paris'te çektik. Buranın sahibi aynı zamanda diğer pek çok restoranı da işletiyor. Dizi çekimlerinde tanıştık. Ben de senin için böyle bir sürpriz yapmak istediğimi söylediğimde burayı önerdi. Ünlü olmanın faydalarını da görelim biraz da değil mi?" Göz kırptı ardından. Işıklar öyle yumuşak ayarlanmıştı ki küçük bir parıltının gözlerinden dudaklarına kaydığına yeminb edebilirdim.
"Hem geçen sene sana pasta getirmiştim ve bu kez daha güzel bir şey yapmak istedim." Bana doğru eğildi. "Hem bugün tanışma yıldönümümüz."
Usulca gülümsedim ona. "Bir yıl geçti. Yani öyleyse ilişkimizin yıldönümünde benim bir şeyler yapmam lazım. Viyana'dan bu yana daha güzel şeyler düşünmeliyim."
"Ben ilişkimizin başlangıç tarihi diye bir şey düşünemiyorum. Sen geçen sene bugün o küçük kafeden çıkarken bana sarıldığın an tüm hayatımı seni sevmeye adadığımı hissetmiştim. Bana mesaj atmanı beklemiştim. Kıvırcık saçlı postacıyı bile sen sanıp heyecanlanmıştım. Sen o zaman içimde çoktan bir krallık kurmuştun, dilediğin gibi hüküm sürüyordun. Sana olan sevgim boyumu aşıp tamamen içine almıştı beni. Nefes alabiliyordum, güvende ve konforluydum. Anne karnındaki bir bebek gibiydim. Sen benim dünyayla tanışmamsın Harry."
Bütün bunları öyle hissederek, yumuşak bir sesle söyledi ki onda bu etkiyi yaratacak ne yaptığımı merak ediyordum. O sırada görevli gelip başlangıç yemeklerimizi getirdi. "Hafif bir menü hazırlattım. Pasta yiyip şampanya içeceğiz, gece uzun." dedi.
"İyi düşünmüşsün. Söylesene nasıl gidiyor çekimler?"
"Güzel. Sürekli hareketli devam ediyor. Okulumu da aksatmıyorum. Reklam tekliflerini de hala geri çeviriyorum. Çok ısrarcılar ben de o kadar inatçıyım. Yine de dev bir fotoğrafımın Times Meydanı'na konulmasına engel olamadım. Çok büyük sükse yaptı. Herkes fotoğrafını, videosunu çekip paylaşıyor." Yemeğini bir müddet yedi, sonra aniden "aaa" dedi. "Sana anlatmayı unuttum. Geçen gün annem bir arkadaşıyla bana geldi. Ben üniversiteyi New York'ta okusaymışım yani ilk iki yılımı orada geçirseymişim beni bir menajerle tanıştıracakmış. Ailem okul için farklı ülkeye gittiğimi söylediğinde adam kalakalmış. Yoksa Netflix'te bir dizide rol almamı istiyormuş. Tabi ben dizi için buraya gelince haber yayıldı. Hakkımda konuşacak bir şeyler bulmaya bayılıyorlar."
"Demek ki ünlü olmak kaderinde varmış. Nereye gidersen git kaderinden kaçamazsın."
"Bilmiyorum Harry. New York dipsiz bir kuyu gibi. Bu kadar şeyden sonra evim gibi hissetmiyor açıkçası. Sadece..." Sözlerine devam edemedi. Çatalı tabağına bırakıp geriye yaslandı. Bir süreliğine manzaraya baktı. "Bilmiyorum çok şey var ve... neyse boşver bugün senin günün. Senin nasıl gidiyor?"
"Nasıl olabilir? Turne bitti nihayet. Serbest zamanımız olacak diye seviniyorduk. Niall'ın evlenme işi çıktı başımıza. Ona yardım ediyoruz. Bizim İrlandalı damat oluyor." Bu sürede ana yemeklerimiz gelmişti.
"Sen neden koşturuyorsun ki? Hazır değil mi her şey?" Winter bu konudan hoşlanmamıştı belli ki.
"Her şey hazır da Niall her detayda heyecanlandığından bazen sadece onu sakinleştirmek bile zaman alıyor. Hem grubun ilk evleneni. Yanında ben duracağım. Sen de Bell'in yanındasın değil mi?"
"Tabii ki hayır. Evlendiğini, düğünün New York'ta olacağını Cadee'den öğrendim. Davet bile etmemişti beni." Yüzü iyiden iyiye asıldı.
"Ama geleceksin değil mi? Niall öyle demişti." Bir karışıklık mı vardı?
"Geleceğim. Aslında katiyen buna niyetim yoktu. Senin mükemmel Simon benim menajerimle konuştu. Bir nevi mecbur kaldım diyelim."
"Neler oluyor Tanrı aşkına? Ben geleceğini biliyorum. Erkek tarafıyla uğraşmaktan bu detaylardan haberim yok. Hem senin gelmeme ihtimalini düşünmedim bile." Bu saçmalık da neydi böyle?
"Şöyle ki muhteşem 'Abella' beni davet etmedi. Ancak düğünü benim yaşadığım yerde yapınca birileri duyup bana söylemeden kendi başına ne yapacağını bilememiş. Kendisi kadar mükemmel arkadaşları ben gelirsem daha büyük bir organizasyon olacağını söylemiş. Duyunca gitmem diye kestirip attım. Simon menajerime çok dil dökmüş, zaten reklamlarda yer almıyor hakkında haber de yapılır demiş. Sizin turne bitince hala gündemde kalmanız gerekliymiş de ben gitmezsem ayrıldığımızı düşünürlermiş de... Açıkçası bir yerden sonra dinlemeyi bıraktım." Yemeğine devam etti.
"Benim bunların hiçbirinden haberim yok. Bazen cidden neden benim yerime plan yapılıyor anlamıyorum. Simon'a ilişkimize karışmamasını açık bir dille anlatmıştım. Hem Bell senin samimi arkadaşın değil mi? Neden söylemedi?"
Winter kadehi elinden bıraktı. "Değilmiş. Ben de hoş yollardan öğrenmedim doğrusu. Aman her neyse aradı beni sahte bir samimiyetle nedimesi olmamı istedi. Kesin bir dille reddettim. Geleceğime dua etsin bence. Ay lütfen konuşmayalım bunları. Gel dans edelim."
Ayağa kalkıp yanıma geldi. Elimi ona uzattım ve beraber ilerledik. Bir müzek başladı. Tangoydu bu.
"Bebeğim ben tango yapmayı bilmiyorum ama" dediğimde dudaklarımı dudaklarıyla kapattı.
"Ben de sadece başlangıç adımlarını biliyorum. Hem boşver kimseye rezil olmazsın." dedi.
Ona uyum sağlamaya çalıştım. Bazen güldük bazense düzgün dans edebildik. Bizim için mini bir orkestra vardı. Şahaneydiler. Çeşitli parçalarla bizi farklı danslara yönlendiriyorlardı. Hiç böylesine eğlenmemiştim. Artık gözlerim ışıklarla bedenim Winnie ile dans ediyordu. Çok yüksekteydik ancak ruhen de uçuyordum. Bacağını belime dolaması, kollarıyla boynumu sarması, zıplarken kucağıma düşmesi öyle güzeldi ki zamanda bir pencere açmışız gibiydi.
Müzik bitince kahkahalarla gülmeye başladık. Nefes nefese kalmıştık, kendimize gelmemiz zaman aldı. Masaya geçtiğimizde hala gülüyorduk. Aşk dolu anlarımıza bir yenisi daha eklenmişti ve ben onun varlığıyla bir kez daha kutsanmıştım.
Doğum günü pastama şampanya eşlik etti. Winnie ile bir fotoğraf çekindik. Sanırım her gün bakmaya doyamayacağım bir kareydi bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Landing in London 2
FanfictionWinter ve Harry'nin büyük aşkı gerçekten güçlü mü? Ayrı kalarak sınavdan geçebilecekler mi? Mesafeler aşklarını kuvvetlendirecek mi? Yoksa yıkımlarına mı sebep olacak? Landing in London 1 hikayesinin devamıdır. İlkini okumadan ikincisine geçmemeniz...