13. Unexpected

53 4 0
                                    


Neden hayatımızdaki önemli şeyleri simgelerken hep yıldızı kullanırız? Neden ona böylesine önem verip çok severiz? İnsanlığın en eski inanışlarından olan gök tanrıcılıkltan dolayı mı? O değilse ne?Neden o formda olmadığını bilmemize rağmen beş köşeli ibr simgeyi yıldızla bağdaştırırız? Önümdeki yıldız şeklindeki lambaya bakarken zihnim asıl konudan uzaklaşmak adına son sürat gökyüzüne koşmuştu. 

Ben o an ne diyeceğimi, ne hissedeceğimi gerçekten bilmiyordum.

"Harry! Bir şey demeyecek misin?" diye sordu Winter. Gözleri hala nemliydi.

"Ne diyebilirim ki?" Ne diyecektim ki?İçimde kocaman bir öfke vardı ve beni harekete geçirmemesini diliyordum sadece.


Geçen haftaya dönelim mi? Ailemle geçirdiğim günden sonra Hazal'ın mesajı kafamı çok karıştırdı. İşlerden fırsat bulduğum kısa sürede Winnie'yi görmeye New York'a gelmiştim. Onu son bıraktığım gibi bulmak şöyle dursun birkaç sene yaşlanmış gibi bir kederle buldum. Boynuma atlayıp ağladı. Çok özlemiştik, hissediyordum ancak başka bir şey vardı. Ağlaması devam ettiğinde anladım derinden kırıldığını. 

Yüzüne bakmak istedim ancak bana öylesine sıkı sarılmıştı ki bir süre hiç ayrılmadı. Başını göğsüme dayamıştı, sanki fırtınalı bir deniz yolculuğundan sonra ilk kez karaya basmıştı. Bir şeyler olduğu öylesine belliydi ki...

Eşyalarımı bir yere bıraktıktan sonra Winter mutfağa geçmek istedi. "Sana bir şeyler hazırlayayım mı? Aç mısın veya kahve de içebiliriz."

Elinden tutup koltuğa oturttum onu. "Hiçbir şey istemiyorum. Lütfen anlat. Ne olduğunu."

Usul usul anlattı her şeyi. "Christmas'ı senden ayrı geçirdiğim için ailemle olacaktım biliyorsun. Bizimkilerle çok güzel bir yemek yiyecektik. Her şey çok güzeldi. Sonrasında ailemin arkadaşları falan geldi ve o ile ortamı yerini ikonik bir partiye bıraktı. O sıra setten arkadaşlar Empire'da partideydiler ve ısrarla çağırınca yanlarına gittim. Parti eğlenceliydi ancak çok sıcak oldu diye hava almak istedim. Evde içmiştim, partide de içinde çok sıcakladım. Ancak ben o yükseklikte hava alırken..."

Devamını getirmekte zorlandı. Kelimeleri bulması için zaman tanıdım ona. 

"Setten biri bana sarılmaya çalıştı. Onu ittirince de daha çok yaklaştı. Beni öpmeye kalkıştı ve anında ittim onu. O sırada takıldım, neredeyse aşağıya düşüyordum. Ne yapacağımı bilemedim. Onu yeterince güçlü ittiremeyecek kadar içmiştim. Düşmek üzereydim, onunsa umrunda değildi. Hala benden hoşlandığını söylüyordu. O an öleceğimi sandım Harry."

Gözlerindeki yaşlar çoğalmaya devam etti. "Neyse ki Zac de hava almaya çıkmış çekip aldı beni oradan. Hayır bir de ne biliyorsun belki beni istiyor demez mi pislik? Zac beni çekince yumruğu suratına indirdi onun. Bu kız sete geldiği ilk gün sevgilim var dedi. Nasıl istiyor olabilir ki seni aptal diyerek bir daha vurdu. Sonra da beni eve getirdi."

Şok olmuştum. Winter o yükseklikte nasıl korkmuştur kim bilir? Üstelik bir erkeğin böyle adi bir şey yapması... Sonuçta bizim sevgili olduğumuzu biliyordu. Tanrım, bunu herkes biliyordu! O defileden sonra evlendiğimizi düşünenler bile vardı. Neden bir erkeği hiçbir şey durduramıyordu?

"Ben ona ne yapacağımı biliyorum" diyerek ayağı kalktım. Delirmek üzereydim. "Adı ne, kim o adi herif?" Gözümün önünde yaprak gibi titreyen sevgilimi gördükçe çıldırıyordum.

"Hayır her şey bitti." Winnie kolumu tutup durdurdu beni. "Her şey bitti" diye tekrarladı.

"Ne demek bu?" dedim. Yüzüme kan dolduğunu hissediyordum.

"Ailemle ve menajerimle konuştum. Onu diziden çıkardılar, ayrıca dava açtım. Ben bu haldeyken onun hayatına devam etmesini istemiyorum. Gözlerinde kapkara bulutlar vardı.

"Peki pişmanlık ne için Winter?" diye sordum. O mesaja anlam veremiyordum. Neden pişmandı? Ne yaptığı için pişmandı?

Winter koltuğa çöktü. "Her şey için. Ünlü olmayı tercih ettiğim için, okulumu değiştirdiğim için. Orayı, arkadaşlarımı kaybettiğim için. Orada, o tarih dolu şehirde olmak harikaydı." Ağlarken nasıl da acı bir şekilde gülümsemişti. "Yani orada kütüphanede ders çalışmak bile motive ediciydi. Tarihi kucaklamak gibiydi orada nefes almak. Sokakların cıvıltısı, inan bana o soğuk gri bulutlar bile hoşuma gidiyordu. Ama ben ne yaptım?" Gülümsemesi tamamen söndü. "Her şeyi mahvettim. Neden? Ünlü olmak için."  Tükürür gibi söylemişti bunu. "Hayatımda sadece bir kez delicesine aşık oldum. Onu da böyle bir şey yüzünden heba ettim. Eminim benden nefret ediyorsundur şu an."

"Senden nefret etmediğimi biliyorsun." dedim. Yanına oturmuştum. Ona kızamıyordum. Kendini öylesine acımasızca eleştiriyordu ki bir başkasına en ufak bir sebep bırakmıyordu kızmak için. İçindeki kavga, kendisiyle olan savaşı öyle büyüktü ki bir başkasının konuşmasına gerek yoktu.

"Neden beni aramadın?" Bunu nasıl sordum bilemiyorum. Öfkem öylesine kızgın sulardaydı ki bunu nasıl düşündüğümü bilmiyordum.

Toparlanmak için gözlerini sildi, birkaç kez konuşmaya çalıştı ancak sesi çıkmıyordu sanki. "Zac beni eve getirdikten sonra partiye geri gitti, onun kaçıp gitmesini istemiyordu. Beni de o halde bırakmak istemedi. O sırada Hazal aradı, saçma bir partide bunalmış da yanıma geldi hemen. Yediğim her şeyi çıkardım. Kendimi duşa atmama yardım etti. Çıktığımda bana çay yapmıştı. Çok az içebildim, sonra uyumuşum. Sabah yatak odamda annemle babamı buldum. Daha doğrusu ertesi gün uyanmamışım. Doktora ve aileme haber vermiş. Yaşadığım şok yüzündenmiş. Bana bir şeyler yedirip ilaç içmişler, hiçbirini hatırlamıyorum. İki gün öyle geçmiş. Ben üçüncü gün kendime geldim. Seni aramamışlar, benim söylemek isteyeceğimi düşünmüşler. Seninle telefonda konuştuğumuzda anlatmak istedim ancak sen birkaç güne geleceğini söylediğinde gelmeni bekledim."

Bütün bunları uzun ve yorucu bir yolculuktan gelmiş gibi anlattı. "Kendimi toparlayamadım. Uzun zamandır kötü hissediyorum. Neyse ki bir hafta set yoktu da kendimle kalabildim. Bu halde kamera görmek istemediğime eminim." Bir an durdu ve kocaman bir kahkaha attı. "Böyle kötü bir durumdayken Times Meydanı'na kocaman bir fotoğrafımı astılar biliyor musun? Hala da orda. Güçlü ve güzel. Başlık da bu. Beni bir de böyle görseler keşke. O pırıltılı fotoğrafın altında pişmanlık ve küçük düşürülmüşlüğün karışımı olan şu halimi." Ardından yeniden ağlamaya başladı.

Ona sarıldım tüm gece. Bazen sıçrayarak uyandı, bazen de uykusunda konuştu. Gözlerimi ondan alamadım. Ona bunu yapanı benzetsem mi bana söylemediği için Winter'a kızsam mı bilemiyordum. Beni içinden çıkamadığım bir sürü duyguyla baş başa bırakmıştı. Mesele başka bir şehre, ülkeye, kıtaya taşınması değildi. Aramızdaki küçük nehir önce bir göle, sonra denize ve en son da okyanusa dönüşüyor gibiydi. İlişkimizin başındaki o heyecan yok olmuştu. Elbette kimileri buna ilişkide olgunlaşma evresi diyebilir veya Winter çok zor bir olay yaşamış olabilir. Ama nedense ben bu durumu sevmiyordum. Çocukkten görüp unuttuğum sadece tehlikede olduğumda hatırladığım bir kabusta gibiydim. Koca kara ormandaki o yeşil ışıklar. Koşuşturup duran ancak yüzünü seçemediğim o insanlar. Acaba uyandığımda kendimi çocukluğumdaki odamda, o güven dolu aile evinde bulabilecek miydim?

 

Landing in London 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin