27. Ink Drop

19 2 0
                                    

Sonunda şarkı bitmişti. Bir haftanın az olduğunu söyleyen ben daha ikinci gün olmadan bitirmiştim parçayı. Düşündüğümün aksine aklıma ilk gelen söz değil melodiydi. Önce küçük bir ritimli aslında. Durduk yere parmaklarımı şıklatarak mırıldandığım notalar peşimi bırakmayınca yaptığım şey gitarımı kapıp hepsini tamamlamaya çalışmak olmuştu. Geceleri rüyamda duyuyordum, gün içinde beni çağırıp duruyordu notalar. Gitarı elime aldığımda ise onlara komut vermemi bekleyen askerler gibi dizilmişlerdi.

Sadece duygularımla, çoğu kez de gözlerimi kapatarak hayal etmiştim dizeleri. Her bir sözcük kalbimi açmamı bekliyordu sanki. İnsan meditasyon yaptığında, kendini sıradan günlük olaylardan kurtardığında, yaşama biraz bulutumsu bir ara verdiğinde aslında gerçekten nefes aldığını hissediyor. Yaşam bize sunduğu onca güzelliğin içerisinde matematiksel hesapların en zor denklemlerine sıkışan doğasını keşfetmemizi bekliyor. Bu keşiften sonra da artık eski düşüncelerimizden, yargılarımızdan, beklentilerimizden eser kalmıyor, bambaşka bir forma evriliyor ruhumuz.

Günlerimi kitap okumaya adamıştım. Çok satanlar listesindeki hiçbir kitaba yüz vermemişken bu kitabı okumak zorundaydım. Aslında gayet güzel bir kitaptı. Özellikle bir pasajı çok sevmiştim.

"Hiçbir insanı tanırken yanılmadım, sadece bazı insanlarda yanılmış olmayı çok istedim. O insanlar bana kendileri hakkında ciddi ipuçları verdikleri davranışları bile görmezden gelerek yanılmış olma isteğime aldandım. Gerçek şu ki bana bunu yaptıran içindeki çocuktu. Bütün çocuksu tarafımla bana söylenen her şeyin doğruluğuna hiç şüphe etmeden inandım. Ben yalan söylemediğim için herkesi kendim gibi sandım. Herkesin benim gibi içindeki çocuğu severek onunla el ele hayat yolunda yürüdüğünü sandım. Aklıma içindeki çocuğu terk eden, onu kör karanlıkta bırakan insanlar hiç gelmemişti.

Sahi büyümek neydi? Her şeye şüpheyle yaklaşıp herkese güvensiz davranmak mı? Samimiyet halkasını daraltıp içine kimseyi almamak mı? Büyük duvarlar örüp dışarıda olan bitene puslu bir pencereden bakmak mıydı?

Olgunlaşmak; yalanların, oyunların, eksikliklerin farkında olmak mıydı? Yaşadığımız hayal kırıklıkları kadar mı yaşlanıyorduk yoksa?"

Kitap gerçek anlamda sade bir dille yazılmıştı. Öylesine vurucu cümleleri vardı ki acaba böylesine süslemeden, direkt bir anlatıma sahip olduğu için mi böyle etkileyiciydi? Önemli olan bu değildi benim için. Kitapta iki aşığın sabaha kadar uzanıp birbirlerinin kollarında bazen öpülüp bazen dudağını yüzüne değdirmeli bir muhabbet kısmı vardı ki beni resmen kalbimden vurdu. Hem şahane olması hem de o sahnede Winter ve Robert olacağı gerçeği beni çok etkilemişti. Belki de benim şarkım bu yüzden böylesine hızlı çıkıvermişti kalbimden, minik bir mürekkep damlası koca sayfa oluvermişti. Winter'a da böyle aşık olmuştum. Minicik bir damla ısıtmıştı içimi ve sonra sıcacık olmuştum.

Şarkı bir kez ortaya çıktı mı defalarca coşkuyla söyler olmuştum. Arada bir notlar alsam da genelimi hiç bozmadım. Çünkü kendimi övmeyi sevmem ama şahane bir şey olmuştu. Hemen kaydettim tabi, aklımdan uçup gitmesini istemiyordum, hem o coşkuyu ileride hatırlamak keyifli olacaktı. Yeniden yüksek notaya çıktığımda içimi bir mutluluk kaplamıştı. Helikopterden atladığımızda Winter beni havada öpmeye çalışmıştı, ne komik ne eğlenceli bir andı. Duygularını saklamayı hiç becerememişti. Beni ona çeken de buydu. Asla zor kızı oynayıp aşkımı sınamamıştı. İçinden geldiği gibi davranmıştı. Viyana'da dans ederken bana beni sevdiğini söylemesi öyle güzeldi ki. O doğaldı, gerçekti, gözleri her duygusunu anlatıyordu.

"Böldüysem özür dilerim, harika söylüyordun lütfen devam et." Winter duvara dayanmış bana bakıyordu. Üstünde mini siyah bir elbise, ayağında çizmeler ve üstünde uzun bir mont vardı. Kafasında ise kırmızı bir şapka duruyordu.

Landing in London 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin