Orada ne kadar süre durduk bilmiyorum. Bir yerden sonra uyuyor muyduk yoksa uyanık mıydık açıkçası onu da ayırt edememiştim. Bütün o yaşananlar bütün o saçmalıklar açıkçası bizi bu noktaya getiren her şey o kadar küçük görünüyordu ki gözüme. Winter'ın o polisiye dizide Keith ile öpüşmesine verdiğim tepkim ile başlayan onca şey mantıksız geliyordu şu an. Ama hepsi oldu, sonuçları da yaşandı. Bunun sonucunda aramızdaki kırmızı gülleri her dokunduğunda paramparça olan cam vazoya değişmiştik. Her toparlamaya çalıştığımızda daha beter oluyordu, olduğu gibi bıraksak da birbirimize sarılmamızı engelliyordu.
Kendimdeki değişimler, hayatımdaki değişimler, kalbimdeki değişimler, ruhumdaki değişimler; her biri diğeriyle yarışırcasına beni kısa yoldan filozof yapmaya çalışıyor gibiydiler. Oysa ben derin düşünen biri olmadım. Derin hissettim, derin duyumsadım ama düşünmeden yaptığım onca şey hayatımda kayıplara yol açtı. İnsanlar benden yaşımın gerektiği gibi davranmamı beklediler, evet haklıydılar belki, kendilerine göre. Oysa ben içimdeki çocuk ölsün istemiyordum. Herkes ödevlerini yapıp arkadaşlarıyla gezerken ben dünyaya seyahat edip konserler veren bir grubun içerisindeydim. Hayatı yaşamam gerektiği gibi yaşamadım. Tecrübelerim çoğu insandan farklı oldu o farklılık içerisinde hayatı sanatsal bir palette dans ederek yaşamak istediğimde insanlar benden siyah ve beyazın dışına çıkmamamı öğütlediler, bazen de griye izin vardı. Halbuki ben gri gökyüzünden boşalan yağmurda kırmızı şemsiye taşıyan tek insandım. Bazen de dans ediyordum işte, ne vardı ki bunda?
Neden büyümek için acele etmeliyim ki? Neden sıradan olmalıyım ki? Yaratıcılığıma neden insanların doğruları karar versin ki? Benim hakkımda kötü düşünen onca insan acaba benim onlar hakkında ne düşündüğümü biliyor mu? Ben hata yapanım, denemekten korkmayanım, gerekirse en kötü yoldan öğreneceğim bu hayatı ama yine de kirli pencerenin arkasından başkalarını kınayan biri olmayacağım.
Aşk. Aşk hayatıma hiç beklemediğim bir anda gelmişti. Ben ne olduğunu anlamadan düşünme yetimi kaybetmiştim. Bir rüyada gibiydim. Aşık olduğumdan beri ne yaptığını bilmeyen birine dönmüştüm. Hayatı bir başka yaşatmanın verdiği baş döndürücü hazdan mahrum kalınca hiç yaşamıyormuşum gibi hissetmeye başlamıştım. Rüyalarımdaki imgeler değişiyordu, güzelliklerim renkleniyordu ve ben ruhların oradan oraya savrulduğu yer altı mezarlığı gibiydim. Birilerinin beni keşfedip antik kent ilan ederek hayranlıkla bakmasını bekliyordum. Winter onu bulmuştu ama içine yerleşmek yerine bir turist gibi gezip hiç bulamayacağım bir yerde bekliyordu. Nerede olduğunu bilmiyordum evet, ancak çıkışa yakın olduğunu hissediyordum.
"Saat geç oldu, gitmen gereken bir yer var mı?" Winter hala aynı yerdeydi ama uyumadığını daha yenifark ediyordum.
"Hayır, hayır yok." Kısa bir sessizlikten sonra devam ettim. "Kendi evime gidemiyorum yani uzun süre kalamıyorum, orada sen varsın. Senden kaçıp sana geldim."
"Kıyafetlerim hala sende mi?"
"Evet hepsi asılı duruyor." Sormaya çekindim ama merak ediyordum. "New York'tan buraya benim eşyalarımı getirdin mi?"
"Taşındığımda getirmedim. Düğünden döndüğümde getirdim. Robert yardım etti toparlamama."
"Teşekkürlerimi iletseydin." Dedim somurtarak. Bu zor günlerde destek olan erkeklerden nefret ediyordum. Genelde o insan aşık olunan oluyor da.
"Harry. Robert seni hala sevdiğimi gören tek insan. Nereye gidersem seni kalbimde taşıdığımı söyledi. Yardım etti derken bunu kastettim. Eşyalarını katlayıp valize falan yerleştirmedi yani, bilmek istediğin buysa."
Yattığı yerden doğruldu. Üstümden kalkmasıyla uzandığı yerin ne kadar uyuştuğunu fark ettim, ancak kalktığında o sıcaklığı da benden aldı. Yapamadım, ben de doğruldum. Karşılıklı oturduk bir müddet.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Landing in London 2
FanfictionWinter ve Harry'nin büyük aşkı gerçekten güçlü mü? Ayrı kalarak sınavdan geçebilecekler mi? Mesafeler aşklarını kuvvetlendirecek mi? Yoksa yıkımlarına mı sebep olacak? Landing in London 1 hikayesinin devamıdır. İlkini okumadan ikincisine geçmemeniz...