Winter,
Sana kaçıncı kez mektup yazdığımı bilmiyorum, bunun sonuncusu olmasını diliyorum. Belki beni bir konuşma yapamayacak kadar korkak olmakla suçlayacaksın ama sorun değil. Artık aramızda birbirimizde iz bırakan herhangi bir kelime kaldığını sanmıyorum. Birbirimize kelimelerimizi bazen bir sokak sanatçısı gibi püskürterek, bazen de usta bir ressamın özendiği eserindeki gibi sindirerek yavaşça işledik. Sonunda elimizde kalan senin canlı yayında özetlediğin birkaç kelime işte. Biz bir paragraf bile değilmişiz. Seni dinlerken elbette uzun tutmak istemediğin için böyle konuştuğunun farkındaydım. Ancak bir gerçek var ki bazı şeyler beni çoktan o ortamdan alıp götürdü.
Küçük yaşta ünlü olmakla ilgili sana nutuk atacak değilim. Beni anlamanı veya empati kurmanı beklemiyorum. Yaşadıklarım her insan gibi kendine özgü ve benzersiz bir örgüde devam ediyor. Ancak seni gereksiz kıskanmalarım, bazen bana yakışmadığını bildiğim halde o anlamsız çıkışlarım veya dayatmalarımın birer tecrübe sonucu olduğunu bilmeni isterim. Sen benim kaybetmek istemediğim en özel insandın. Evet senden sözederken geçmiş zaman kullanmaya alışık değilim ve maalesef giderek çoğalıyor bu cümlelerim.
Seninle ilk tanıştığımızdaki zamanları hangi kelime anlatır, hangi cümle özetler bilemiyorum. O zaman hissettiklerim müziğe, söze veya resme sığabilen bir şey değildi. En yakın kelimeydi aşk. Oysa sen benim için her zaman daha fazlasıydın.
Zaman. İnsana ne çok şey öğretiyor değil mi? Ne kadar süre savrulduğumu inan bilmiyorum. Seninle olmak çiçek kokulu bahçelerden geçmek iken birdenbire soğuk ve karanlık bir labirente dönüştü. Yolumu bulmak için çok çabaladım. Ama ne kadar uğraşsam da her dönemeçte yeni bir yer olduğunu keşfettim ve artık çok yoruldum. Beni çabalamamakla suçlayacaksın belki, daha önce de suçlamıştın, ama keşke bunlardan önce neler hissettiğimi bilseydin.
Hislerim demişken, artık sana olan o büyük hislerim yok biliyor musun? Seni sevmediğimi söyleyemem, adın bile kalp ritmimi değiştiriyorken sana olan hislerimi inkar edemem. Sadece o azalmayı ruhumun en derinliklerinde hissediyorum.
Bunların hepsini hak etmiş olabilirim ancak son geldiğinde gördüm. Hepsini gördüm. Bu azalmanın sende de olduğunu, hatta daha fazlası başkasına çok daha güzel hisler beslediğini gördüm. Sanırım kendine itiraf etmekte zorlanıyorsun ve günün sonunda elinden geleni yaptığına kendine itiraf etmek için ilişkimiz için çabalıyorsun.
Sebebi her ne olursa olsun, biz kaybettik. Birbirimizi karanlıkta değil, spot ışıklarının altında kaybettik. Seni elinden çekip tutan insanlar oldu, ben ise darmadağın aileme birkaç kelime ile özetledikten sonra afili yalnızlığıma geri döneceğim.
Sana olan hislerim şimdiye kadar kimsede olmadı, bunu söylememe gerek yok sanırım. Biraz bayat bir cümle gibi dursa da bunu senin de hissettiğini biliyorum. Sadece bunu sürdürecek kadar cesur değilim.
Seni içimden ne kadar sürede terk edebilirim bilmiyorum ancak bütün bunlardan sonra devam edemeyeceğimin farkındayım.
Hoşça kal.
***
Theo'nun önerisiyle yeni albümden önce on tane hayranımla buluşacaktım. Çok güzel bir konsept yapmıştı. Bir mekanı okul gibi dekore etmişti. Koridorlarda yeni albümüm çalıyordu ve o şanslı on tane hayranım benimle on beş dakika konuşabilecekti. Sırayla hepsini görecektim ve her birinin bir posta kutusu bile olacaktı! O kutulara görüşme ile ilgili, albümün nasıl olduğuyla alakalı düşüncelerini yazacaklardı ve ben de onları yeni albüme ekleyecektim. Uzun zamandır böyle güzel bir şey için heyecanlanmamıştım.
Hoşuma gitmeyen tek kısmı ise bu mekanın King's College London Kütüphanesi olmasıydı. Evet Winter burada okumuştu ve daha önce kapıda çok beklemiştim onu. Şimdi oraya bambaşka duygularla gidiyordum. Hayat.
Bütün çalışmalar tamamlanınca günü de belirledik. Theo bana hayranlarının isimlerini son gün iletti ve en son görüşeceğim isim hiç de yabancı değildi. Winter.
Sabah uyandığımda bir duş alıp kahvaltımı yaptım. Ardından giyindim, hazırlandım ve tam kapıdan çıkacakken çantamı kontrol etme ihtiyacı duydum. Her şeyi almış olmalıydım.
**
İlk hayranım heyecandan uzun bir süre konuşamadı, zamanı harcamasını istemiyordum o yüzden ben söze başladım. Sonra açıldı ve epey konuştu. Nasıl cıvıl cıvıl, hayat dolu bir hali vardı... Tabii bazı sözleri yüzünden suratı renkten renge girse de gayet eğlenceli geçti. Bana teşekkür etti, ünlü biriyle sıradan konuları konuşmak çok güzelmiş. Onun fikriydi bu.
İkinci hayranım program sunucusu gibi bir sürü soru yazmış elinde hazır bekliyordu. Hepsini cevaplamak istedim ancak yüzüne baktığımda onun istediğinin bu olmadığını anladım. Elini tutup ne bilmek istediğini sordum. O zaman soruların başkalarının merak ettikleri olduğunu, kendisinin bambaşka şeyler konuşmak istediğini itiraf etti. Sonunda orta yolda buluşup epey sohbet ettik.
Üçüncü hayranım son derece asi biriydi. Yaşından dolayı öyle olması normaldi ve hayatındaki her şeyi başkalarının inadına yapıyor gibiydi. Annesi izin vermedi diye dövme yaptırmıştı, okul kabul etmediği halde saçlarını boyamıştı kışa inat incecik giyinmişti. Onunla benden çok onun hakkında konuştuk ve sanırım bazı şeyleri değiştirmesinde etkili olabildim.
Dördüncü hayranım hiçbir şey sormadı. Özel yaşantım benim olsundu, o sadece benimle aynı yerde baş başa onbeş dakika bile olsa bulunmanın mutluluğunu yaşamak istiyordu. Onun bu güzel kalbi beni mutlu etti. O sürede sadece havadan sudan konuştuk.
Beşinci hayranım evli ve çocukluydu bu yüzden sürekli telefonuna bakıyordu. Herhangi bir durumda açmak zorundaydı. Sonunda eşi aradı ve özür dileyerek açtı. Şu an konuşamayacağını benimle olduğunu söyledi ama eşi adımı hair stylist olarak algıladığı için kuaförde ne yaptığını sorunda kahkahamı bastıramadım. Evliliğinde tüm sorumluluğu almaması gerektiğini, onbeş dakika kendine harcamanın bencillik olmadığını anlattım ama onda ne kadar fark yarattı bilemedim.
Altıncı hayranım içeri girer girmez bunun tesadüf olmadığını çünkü kendisinin altıncı hissinin çok kuvvetli olduğunu söyledi. Gülsem mi gülmesem mi diye bocalarken usulca konuştu. Yarın sabah uyandığında artık savrulmayacaksın. Tüylerim diken diken olsa da bunun benim şarkı sözüm olduğunu hatırlayıp rahatladım.
Yedinci hayranım tam bir kitap kurduydu ve bana kitap hediye getirmişti. Hiç tanımadığım yazarlardı, hepsini seveceğime dair müthiş bir öngörüsü vardı. Onu kırmadım ve teşekkür ettim. Pek çok kitap alıntısı yaparak beni gülümsettiyse de bu tavrı Winter'a benziyordu ve ben onunla olan görüşmemize ne kadar az kaldığını düşünerek yerimde rahatsızca kıpırdandım.
Sekizinci hayranım bir müzik öğrencisiydi. Hayalinin bir gün benim gibi olmak olduğunu ve bunun için ne tavsiye edeceğimi sordu. Hangi anlamda ben olmak istediğini bilmiyordum. Son zamanlarda kendimden kimsenin indirimdeyken bile almadığı ucuz roman olarak söz ederken o an ne diyeceğimi bilemedim. Sadece kendi yöntemini bulması gerekiyordu.
Dokuzuncu hayranım ise henüz çok küçük bir kızdı. Onunla konuşmak beni çok eğlendirdi. Nedense ona bir şey demeden bana sabretmenin çok güzel olduğunu söyledi. O yaşta bunu neden düşündü veya söyledi bilmiyorum ama iyi hissettiğim kesin.
Sıra Winter'a geldiğinde müsait olduğumu belirten mesajı göndermek yerine eşyalarımı toplayıp kalktım. Koridorlardan geçip büyük salona geldiğimde onu elinde telefonla gördüm. Ne yapıyordu bilmiyorum, ne yazıyordu ya da internette mi geziyordu hiçbir fikrim yoktu. Ona görünmeden posta kutularının olduğu yere gittim. Dokuz tanesi içlerinde bir sürü değerlendirme kağıdı ve fışkıran kalplerle bana gülümsüyordu. Sonuncu dolabı açtım, kilidi üstündeydi. Çantamdan Winter'a son yazdığım mektupla beraber diğer bitiremediğim tüm mektupları koydum. Winter görüşmenin bittiği mesajını alınca şaşırdı ve hemen posta kutularına baktı. Aynı anda yürüyüp binadan çıktım. Bana yetişememişti ama kutunun içinden mektupları aldığını gördüm.
Benim için bu kadarı yeterliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Landing in London 2
Fiksi PenggemarWinter ve Harry'nin büyük aşkı gerçekten güçlü mü? Ayrı kalarak sınavdan geçebilecekler mi? Mesafeler aşklarını kuvvetlendirecek mi? Yoksa yıkımlarına mı sebep olacak? Landing in London 1 hikayesinin devamıdır. İlkini okumadan ikincisine geçmemeniz...