Eskiden endişelerimi gidermek için pek çok şey yapardım. Sevdiklerimle konuşurdum, meditasyon yapardım, kitap okurdum ve kendimle konuşmalar yapardım. Aslında bu yöntemler epey işe yaradı. Kaygılarımın eskiye göre bariz bir şekilde azaldığını fark ettim. Ancak hiçbir zaman aklıma bile gelmeyen şeyler yaşayacağımızı tahmin etmezdim.
Her şeyi baştan anlatacağım. Birkaç hafta önce yani Niall ve Bell'in fiyasko düğününden sonra albüm çalışmaları için Los Angeles'a gittim. Elimde önceden yazdığım şarkılar, bitmemiş şiirler, belli belirsiz tuttuğum günlüğüm ve gitarım vardı. Hem yeni şeyler üretiyor hem de kesinleşen şarkıları kaydediyordum. Stüdyoda işim bitince de Winter'la buluşuyorduk. Dizinin birkaç bölümü için o da Los Angeles'a gelmişti ve bu tesadüf ikimizi de mutlu etmişti. Bazen onun için sete gidiyordum bazen de o stüdyoya geliyordu. Bu yoğun tempodan her sıyrıldığımızda birbirimize koşmamız ilişkimiz açısından gayet olumluydu.
Albümün bitmesine bir iki şarkı kala Winter'ın çekimleri bitti. Bu, New York'a dönmesi gerektiği anlamına geliyordu elbette. Son akşamda Soho House West Hollywood'da yemek yedik. Winter siyah pamuklu bir elbise giymişti, saçları balerin topuzuydu ve ayağında ince topuklu ayakkabılar vardı. Yüzündeki belli belirsiz makyajla menüyü incelerken ona baktığımı fark edip bana döndü.
"Ne oldu?" Diye sordu gülümseyerek.
"Hiç." Dedim. "Sadece yüzünde Eylül rüzgarı gibi hafif bir makyaj varken bile nasıl çekici olduğunu düşünüyorum."
Gülümsemesi yüzüne yayıldı. "Açıkçası tüm gün makyaj yapıldıktan sonra yüzümün rahat kalmasını istiyorum. İnan bu sıcakta hiç çekilmiyor. Ve bütün o süslü kıyafetler... Artık cidden rahat bir şeyler giymek istiyorum." Hemen yanındaki görevliye seslendi. "Ev yapımı ice tea rica ediyorum. En büyük bardakta olsun ve içine alabildiği kadar buz ekleyin lütfen."
Görevli, notunu aldıktan sonra gülümseyerek gitti.
Los Angeles'ta kısa süreli ev tutmuştuk. Winter valiz toplamayı son geceye bıraktığı için hem hazırlanmasına yardım ettim hem de epey muhabbet ettik. Kısa vadeli programlarımızdan, albüm hazırlıklarından ve setteki durumlardan. Winter çok yakında mezun oluyordu ve bunun için çok çabalıyordu. Dizide kalıcı olmak için sonunda anlaşmaya varmıştı. Sonrasında ise bir filmde yer almak için Paris'e gidecekti. Modern Diller okuması oyunculuk kariyerinde epey işine yarıyordu. Son gecemiz bunları konuşarak geçmişti. O zaman, dürüst olmak gerekirse hiçbir zaman başıma gelecekleri tahmin edemezdim.
Albüm kaydı bitişinde eğlenceli bir parti verdik. İlk albüm olduğu için epey sabırsızlanıyordum. İnsanların tepkilerini merak ediyordum. Herkes işini mükemmel yapmıştı, ortaya çıkan şeyden memnundum. Ayrıca herkesten önce birkaç kişi şarkılarımı dinlemişti, tepkileri çok olumluydu. Böylece single olacak parçaları belirledik, klipler hazırlanacaktı. Albüm çıktıktan sonra bunu takip edecek bir dünya turu bile hazırdı.
Oysa hepsi bekledi.
Beklemek zorunda kaldı.
Ben ise hayatımın en büyük düşüşünü yaşadım.
Bir sabah birinin şiddetle kapıyı çalmasıyla uyandım. Açılmamakta ısrar eden gözlerimle verdiğim savaşı kazanıp telefondan saate baktım. Epey erkendi. Neler oluyordu böyle? Hemen yataktan fırlayıp merdivenleri birer ikişer inerek evin kapısına ulaştım. Gelen menajerim Theo idi. Yüzündeki ifade pek iyi şeylerin habercisi değildi. Davet beklemeden içeri girip kapıyı kapattı. Yaptığı ilk şey pencerelerdeki ve bahçeye açılan kapıdaki perdeleri çekmek oldu. Tedirginlikle bir oraya bir buraya gelip duruyordu.
"Yeterince uyanık mısın?" Diye sordu. "Bunu anlattığımda rüyada olduğunu sanıp tekrarlattırmanı istemiyorum."
"Ben..." boğazımı temizledim. "İyiyim ve uyanığım. Neler oluyor Tanrı aşkına? Lütfen oturur musun? Bu hızın başımı döndürdü." Diyerek koltuğa oturdum. Ona da diğer koltuğu işaret ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Landing in London 2
Fiksi PenggemarWinter ve Harry'nin büyük aşkı gerçekten güçlü mü? Ayrı kalarak sınavdan geçebilecekler mi? Mesafeler aşklarını kuvvetlendirecek mi? Yoksa yıkımlarına mı sebep olacak? Landing in London 1 hikayesinin devamıdır. İlkini okumadan ikincisine geçmemeniz...