Londra bu günleri yaza kadar görmeyeceğimizi haber verircesine kaybolup beliren güneşle ılık bir sonbahar havasındaydı. Bu şehrin sert geçen kış mevsimine rağmen her an bir ressama en hoş renk karışımlarıyla şaheser yaratabilecek kadar güzel manzaralar sunması, vazgeçilmez olmasının en büyük sebebiydi. Doğanın bize minnetsiz armağan ettiği güzellikleri hırsla ve nankörlükle çabucak mahvederken; sevdiğim bazı yerlerin aynı kalması, beni mutlu eden anılarımın zihnimde kök salması kadar güzeldi.
Winter'ı koyu yeşil ağaçların çevrelediği, birçok kişinin soğuktan dolayı bu mevsimde pek uğramadığı bir göle getirmiştim. Üşümemek için kalın giyinmiştik ama burada çok önemi yoktu.
Bir sandala bindiğimizde yavaşça kürekleri çektim. Soğuk ve uzun zamandır yapmadığım spor yüzünden her bir kürek çekişimde kaslarım yanıyordu. Karadan uzaklaştıkça güneşte bronzlaşan tenim eski haline dönüyordu sanki.
Winter sessizdi, buraya gelişimizle ilgili bir şey dememişti. Üşüyordu belki de ama bana çok belli etmiyordu. Tıpkı o sevdiği için klasik müzik dinleyişim gibi. Klasik müziğe bir ilgim yoktu açıkçası. Büyük bir ustalıkla işlenmiş notalar benim sanatımın çok ilerisindeydi. Sadece Winter'la beraber suskunluğumuzun ipek notaları, aramızdaki duyguların eşlikçisi gibiydi. Şu an burada hiç değişmeyen güzelliklerin arasında usulca yol alırken geçmişten geleceğe uzanıyordum sanki. Ben gittikçe uzaklaşan karaya bakarken Winter sonu görünmeyen göle bakıyordu. Ben geleceğe geçmişe bakarak ilerliyordum, o ise tüm geçmişini büyük uğraşlarla yazılmış bir sonataya bırakmıştı.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordum. Konuşması gereken oydu sanki.
"Merlin dizisinde buna benzer bir göl vardı. Onu hatırlattı bana." Alakasız bir şey demiş gibi canı sıkılmıştı.
Dudaklarım bir su damlası yol alırcasına kıvrıldı. "Evet, hatırlıyorum."
"Aslında ilerleyişimizle girdap halinde dönen ve geride kalan suları, anılarımızın işlenerek beynimizde yer edinmesine benzetiyordum." Bir an gülümsedi. "Ya sen?"
"Benzer şeyleri. Ben karadan uzaklaşırken geçmişe sen de geleceğe bakıyorsun..." Devamını getiremedim. İçimdeyken çağlayan bir nehir gibi akan kelimeler onun yanında bozuk bir musluktan akan su damlalarına dönüşüyordu.
"Karayı doğduğumuz an olarak düşünürsen şu an ise hayata devam edişimiz olabilir. Teoride aynı şey aslında." Güneşin bir saniyeliğine bile olsa bizi aydınlatması ikimizin de yüzünde küçük gülümsemeler oluşturmuştu. Güneş giderken Winter'ın yüzündeki gülümsemeyi de beraberinde götürdü. "Neden böyle yapıyorsun Harry?" diye sordu aniden.
Anlamayarak, açıklama beklercesine ona baktım.
"Yarın ayrılacağımızı bildiğimiz zamanlarda susuyorsun. Konuşmuyorsun, anlatmıyorsun bana duygularını ya da düşüncelerini." Üstüme fazla geldiği düşüncesine karşı çıktığını gösteren bir hareketle başını anlık çevirdi. "Beni oyunculukta destekledin. Senin fikrini aldım çünkü bu benim için önemli. Bu konuda sarsıldık evet ama bizi yıkmadı, biz istemediğimiz sürece de yıkamaz."
Kürek çekmeyi bıraktım. Dalgalar bizi hafifçe sallarken, rüzgar halimize acımıştı sanki. "Senin oyunculuk yapmanla sorunum yok. Destekledim çünkü sanatta inkar edilemez bir yeteneğin var. Bunun harcanması yazık olurdu. Fakat sen bunu yaparken doğal olarak pek çok erkekle çalıştın." Durup dişlerimi sıktım. "Tanrım! Bunu söylerken ne kadar çok cahilce ve aptalca geliyor. Oysa bu çoğu kez beni yiyip bitiren bir düşünce."
Gribin son evrelerinde temiz havayla beraber soluğunuzun düzeldiği an vardır.Rahatlama yaşarsınız fakat o hava ilk başlarda soğuk gelir ve tüm vücudunuzu bir titreme alır. Şu anda buna benzer bir haldeydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Landing in London 2
FanficWinter ve Harry'nin büyük aşkı gerçekten güçlü mü? Ayrı kalarak sınavdan geçebilecekler mi? Mesafeler aşklarını kuvvetlendirecek mi? Yoksa yıkımlarına mı sebep olacak? Landing in London 1 hikayesinin devamıdır. İlkini okumadan ikincisine geçmemeniz...