30. Falling

16 3 0
                                    

Günlerdir içimi kemiren onca şeyden sonra kendimle kalmaktan yorulmuştum. Nereden başlayacağımı, nereye gideceğimi bilemiyordum. İçimde asla bitmeyen, cevaplarını bulamadığım ya da beğenmediğim onca sorudan yağmurdan kaçar gibi kaçıyordum. Belki birileri bana depresyonda olduğumu söyleyebilirdi ben de onların fikirlerini önemsemediğimi söylerdim ama konuşacağım kişinin benim iyiliğimi düşüneceğinden, beni doğru yönlendireceğinden ne kadar emin olamadığımı fark ettiğimde zaten uzun süredir çıkışını aradığım labirente bir karmaşa daha eklemiş gibiydim. Bu böyle devam edemezdi. Ben bir insandım ve taşın bile eriyeceği onca olaydan sonra artık devam edemiyordum. Bir şeylerin düzelmesi veya tamamen dağılması gerekiyordu. Çünkü böyle her yerinden yeni bir dal çıkan bir ağacı tek elimle tutup yürümeye çalışıyor gibiydim. Ya dikecektim ya da ağacı tamamen bırakacaktım.

Aramızdaki konuşmadan sonra ona ulaşmaya çabalamak istemedim, öfkesinin dinmesini beklemem gerekiyordu. Bir gün hiç planlamadan arabamı onun evine sürdüm. Kapısının önünde dikildim öylece. Çiçek getirmemiştim ya da herhangi bir hediye de elimde değildi. Bir an dönüp alsam mı diye düşünürken kapı açıldı. Winter karşımda duruyordu. "Gelmek ister misin?"

İçeri girdim, kapıyı kapattıktan sonra sarıldım ona. Sarılmak bana hep iyi geliyordu. Sevdiğim birinin beni mutluluk halkasıyla sardığını hissetmek bana kendimi her zaman harika hissettiriyordu.

Elinde iki çayla yanıma geldi, birini bana uzattı. Teşekkür edip aldım. "Evinde kimse yok mu?"

"Yok. Kovdum herkesi." Çayından bir yudum almıştı. Yüzü makyajsızdı, üstünde bir jean ve beyaz uzun kollu üst vardı. Ayaklarında az topuklu beyaz botlar. İfadesiz bakıyordu, öyle ki ne düşündüğünü anlayamıyordum.

"Neden?" Merak ediyordum, ne olmuştu o coşkulu kalabalığa?

"Sıkıldım. Bunaldım. Yoruldum. Çok fazla soruya cevap vermek ve iyiyim demek de yoruyormuş insanı." Bunları söylerken yüzüme bakmamıştı, dümdüz halıdaki desenleri inceliyor gibiydi.

"Sana kırılmadılar mı?"

"Bilmem, kırılmış olabilirler. Biz bir aileyiz yine bir araya gelir bu günlere de güleriz sorun yok." Benim böyle bir aileye sahip olmayışım canımı yaktı. Biz çok yakın değildik, nadir görüşürdük ve en son üvey babam öleli çok olmamışken annemin yeni biriyle olmasına içerlediğim için tüm iletişimimiz kopmuştu. Kimse adım atmamıştı ve Gemma da aramızı düzeltmek için çaba harcamamıştı. Oysa Winter ailesini sizden sıkıldım diyerek kovuyordu ve sorun değil bir araya geliriz diye düşünebiliyordu. 

"Anladım." dedim. Anlamamıştım, böyle bir ailem yoktu. En büyük hayallerimde bile böyle bir ailem olmamıştı. Onun ailesine alışacak kadar vakit de geçirmemiştik beraber. Zaten o kendini beğenmiş Jeremy'ye ne kadar alışabilirdim onu da bilemiyordum ya neyse.

"Sen ne alemdesin? Görüşemedik epeydir." Bu kez bana bakmıştı. Gözleri daha solgun, daha yorgun gibiydi. 

"Ben aynıyım işte, albüm çalışmalarına devam ediyorum. Şarkı yazmaya çalışıyorum, pek de iyi gitmiyor. Öyle işte." Ona günlerimin nasıl paçavraya döndüğünü, ona mektuplar yazdığımı anlatamazdım. Bir şeyler beni geri çekti, içimdeki ses bana sus dedi. Son birkaç yıldır epey işe yaradığı için söylediğini dinledim.

"Güzelmiş. Yeni albüm yani. Hep daha iyisini yapıyorsun." Ne derdin var da bitiremiyorsun diye sormamıştı. Kurcalamak mı istememişti yoksa sorup rahatsız mı etmek istememişti bilmiyordum.

"Sen bir yere mi gidiyorsun?" 

"Evet, yaram daha iyi olduğu için çekimlere devam edeceğiz. Kuaför saçımı yaranın olduğu yere yatırabilirmiş sorun olmayacakmış." 

"Robert ile kavuşuyorsunuz yani." Evet, söyleyecektim. Ona aşık olan adamla öpüşmeli koklaşmalı sahnelere geri dönüyordu.

Winter içini çekti. "Harry. Bu konuyu kaç defa konuştuk? Bilmek istediğin nedir?"

"Bilmek istediğim şu: Benimleyken, beni severken sana aşık olduğunu bildiğin adamla nasıl o filmi çekmeye devam edebildiğin. Sen de mi ona karşı bir şeyler hissediyorsun?" Öfkeden deliye dönmüştüm, ayağa fırlamıştım aniden.

Çay fincanını  yanındaki masaya bıraktı. Yavaşça yerinden doğrulup karşıma geçti. "Bu işte kaçıncı yılım biliyorsun. Bazı şeyleri işime yansıtmamam gerek. Merak etme ona senmişsin gibi sarılmıyorum, öpmüyorum, elbette değil. Ancak sevgilim izin vermiyor bu yüzden devam edemem diyebilecek bir durumda değilim. Kaldı ki çok iyi bir yapım, kariyerimde şahane duracak. Pek çok ödül alabilirim. Neden bırakayım ki?"

"Benim için? Tamam o evde kariyerine devam etmeni isteyen, seni destekleyen de bendim ama..."

Birden sözümü kesti. "Bunu hatırlaman ne hoş. Her zaman beni destekleyip tam kariyerimde çıkış yapacağım zaman ortaya atlayıp olmaz diyorsun ve benim mutluluğumu yaşayamadan senin yüzünden üzülmeme sebep oluyorsun. Bak tarih tekrardan ibaret. Yine Blanco filmi, yine Robert ve sen birdenbire bambaşka biri oluyorsun."

"Sana kariyerin bitsin demiyorum. Başka filmde oyna. Bu kadar sene bir sürü yapımda yer aldın. Modern Diller okuman da sana epey yardımcı oldu. Neden yine o adamlasın?"

"Harry bu teklif bana yapılırken de ordaydın. Damien bana bunu sorduğunda sana baktım ve sen de olur dedin. Şimdi gelmiş bana olmaz devam etme diyorsun."

"O zaman Robert'ın sana aşık olduğunu bilmiyordum. Bilseydim ağzını yüzünü dağıtırdım orada. Bir de bana eğer Keith beni değil de onu sevseydin çoktan evlenmiş olacağınızı söyledi. Ne güzel hedef şaşırttı doğrusu."

"Bunu hedef şaşırtmak için söylediğini sanmıyorum. Çünkü o zaman Keith nişanlanmıştı, Robert ile beraber gitmiştik ona da."

"Evet hatırlıyorum gayet uyumlu, sevgili gibi o düğünden bu nişana gitmediğiniz yer kalmadı."

"Yanımda olsaydın. Eva ile yatıp kalkıp kahve içeceğine yanıma gelip gönlümü alıp benimle sen gelseydin düğünlere, nişanlara. Ama iyi ki seninle gitmemişim. Sen orada da sıkılır sinirlerimi bozar eve getirirdin mezuniyet gecemdeki gibi. O davetlerin hepsinde Robert ile gülüp eğlenip dans ettik içtik. Hepsi de harikaydı."

"Senin o insanın içine bıkkınlık getirip benimle konuşmaya tenezzül etmeyen tanıdıklarının olduğu yere gelmemem gayet de iyi olmuş. Size Robert ile mutluluklar!"

Montumu alıp çıktım odadan. Kapıya geldiğimde durdum birden. Winter hiçbir şey dememişti, gitmemi de engellememişti. Merak edip odaya döndüm. Çay içerken oturduğu koltuktaydı, çayını içmeye devam ediyordu. Ben yanına gittiğimde boş gözlerle baktı bana. "Alıştım biliyor musun? Beni böyle paramparça bırakıp gitmene." Sonra gözlerinden yaşlar boşaldı. "Asla ama asla bilmiyorsun nasıl hissettiğimi. Etrafımda çok sevenim var her şey yolunda sanıyorsun değil mi? Göremiyorsun sana nasıl ihtiyacım olduğunu. Seni nasıl sevdiğimi, sensiz ne hale geldiğimi. Görmüyorsun işte."

"Ben hala içinde bana karşı sevgi olmasına, böyle güçlü olmasına şaşıyorum sadece." Bunları nasıl söylemiştim hiç bilmiyordum. Bunları düşündüğümü bile bilmiyordum.

"Sevgimi yok etmek için her şeyi yaptığını itiraf ediyorsun yani. Dur biraz, bu ağır oldu. Ben hep düzeltmek istediğini ama nasıl yapacağını bilemediğini sanırdım. Tanrım ne aptalmışım."

Konuşmadan oturduk bir süre. Ne konuşacaktık bilmiyorum ama onu orada bırakamazdım. Çekimlere gitmesi gerekiyordu, onu bırakmayı teklif ettim. Bu halde araba kullanamazdı. Anında kabul etti, sanırım o da aynı fikirdeydi.

Yol boyu sessizdik, aramızda hiçbir şarkı yoktu. En ufak bir melodi, biraz titreşim, bir rüzgar bile yoktu. Hedeflenen konuma geldiniz uyarısıyla frene bastım. Winter uykudan uyanmış gibiydi. Oysa hiç uyumamıştı yol boyunca ara ara bakmıştım ona. Giderken de yüzüme bakmadı. Sadece teşekkür ederim dedi.

Landing in London 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin