Fabrikalar yan yana dizilmişti. Terkedilmişlik kokusu buraya kadar geliyordu. Uzaktan gelen siren sesleri ise bu manzaraya şarkı oluşturuyordu.
Burası, bu zaman ve bu sesler bana oldukça tanıdık geliyordu. Ne yaptığımı bilemeden en yakın fabrikaya yöneldim. Orta büyüklükteki, bir zamanlar sağlam olan demir kapısının üstünde tahtayla çarpı işareti yapılmıştı. Burası kapanalı bayağı uzun zaman olmuştu.
Çarpının altından eğilerek geçtim. Korkunç bir dejavu hissi bedenimi sarmıştı. Nefesim kesikleşti.
Nedendir bilmiyorum ama burası bana çok tanıdık geliyordu. Her adımımı atışımda, sanki buraya daha önce gelmişim gibi eski olaylar canlanıyordu zihnimde. Bir yere gitmem için beni dürtüp duran bir his...
Ama korkunç bir şekilde burayı hatırlıyamıyordum. Ve bu daha çok ürkmeme neden oluyordu.
Yan yana dizilmiş kolilerin arasından ilerledim. Bazıları ağızları açık yukarı bakan bir şekilde, bazıları ise ağızları yere bakan şekildeydi. Darmaduman edilmişlerdi.
Toz tabakalarının içerisinde örümcek ağları seçiliyordu. Titrerken kollarımı birbirine doladım. Huzursuzca ilerlemeyi sürdürdüm. Arada ayağımı yere vuruyordum sinirle.
Bir süre sonra kendi kendimi sorgulamaya başlamıştım. 'Bu terk edilmiş fabrikadan niye hala arkamı dönmeden kaçmıyordum?' 'Niye sorgusuz sualsiz ilerlemeyi sürdürüyordum?'
Kendi kendime ezilmemek için cevaplar arıyordum. O kadar odaklanmıştım ki içimdeki savaşa, beni kendime getiren küçük bir kızın acıklı ağlayış sesleri oldu.
Ağlayış sesleri o kadar tanıdık ki zihnimde geri dönüş yaşadığımı, zamanın geri aktığını hissettim.
Üstümdeki kalın kaban bir anda içime soğuğu çekmeye başlayınca nefesim kesikleşti. Etrafımdaki görüntüler hızla kaydı ve ben kendimi bir anda sanki üstümde incecik bir ceketle ormandayım sandım. Kayıp giden görüntülerin arasından bir çığlık duyulunca yumruklarımı sıktım. Kalbim dejavu hissiyle sıkışmıştı.
Beni kendime getiren yine o ağlayış sesleri oldu. Kendimi sürükleyerek sese doğru yöneldim. Az önce gördüklerimin şokunu atlatmaya çalışırken titriyordum.
Sonunda yarısı dağılmış kolilerin başına geldiğimde küçük bir kız çocuğu gördüm. Kumral saçları omuzlarından sarkıyordu. Dizlerine gömdüğü suratından dolayı gözlerini göremiyordum. Soğuğa rağmen üstünde sadece bir kot pantolon ve yarım kollu t-shirt vardı. Soğuğu hissetmiyormuş gibi ağlıyordu. Acısını çıkartırcasına...
Yavaşça yanına ilerledim. Ağlamanın şiddetliyle küçük bedeni sarsılıyordu. Üstümdeki montu çıkardığımda üşüdüğümü hissettim. Ama ona fazla odaklanamadım. Çıkardığım kürklü montu küçük kızın üstüne koydum. Önüne oturduğumda beni fark etmiş ve ağlayışı azalmıştı. Başını hafifçe bana doğru kaldırınca bunu fırsat bilip montun kollarını, küçük sıska kollarından geçirdim. Titremeleri cidden anlamda azalmıştı. İri, kahverengi gözlerini şaşkınlıkla bana çevirdi. Ona güven vermek istercesine gülümsedim.
"Daha iyi misin?"
Başıyla onayladı. Tek kelime etmedi. Sadece değişik bir ifadeyle suratıma bakmayı sürdürdü.
"Adın ne peki küçük? Ne işin var burada?" diye sordum yanına otururken.
Montu giymesine rağmen titremeleri hala tam manasıyla geçmemişti ve buz gibi zeminde oturuyordu. Bu gidişle hasta olabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Genç Büyücü -Ara Verildi-
FantasyUnutulmuş bir zamanın, unutulmuş savaşı dönmek üzere. Büyücülerin bu savaşta şansı yok. Ellerinden gelen tek şey ölümlerini beklemek. Peki, bu karanlıkta bir umut ışığı doğarsa ne olur? Hafızasını kaybederek çevresindekilere acı çektiren bu kızın sa...