Bora'yla bir keresinde bir filmi izlerken görmüştük. Gerçi o filmin sonunu da hatırlamıyordum ama. Oradan, bu durumumla ilgili birikmişlik vardı. Yoksa onun dışında ne anlatacaklarım, ne de bulunduğum konum hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Filmde adamın biri, sevgilisi onu terk ettiği için sevgilisini ve yeni erkek arkadaşını sözlendikleri gece krize girip öldürüyordu. Adam ertesi gün öğle vakitlerine doğru girdiği krizinden denize düşüp boğulma tehlikesi atlatarak kurtuluyordu. Adam ne olduğunu hatırlamıyordu ama iş işten geçmişti. Polis de adamı buluyordu elbette. Hapse götürdüklerinde adama olanlar iğneleyici bir tavırla yaptıkları anlatılıyordu. Amaçları adama vicdan azabı çektirmekti ama adama olanları anlattıklarından bihaberlerdi. Adam olanları hatırlayınca "Bir fahişe yüzünden hapse veremem en güzel yıllarımı!" diyerek kendini yaralamaya çalışıyordu. Her gün, belirli süre ve tahminlerle kafasını elinden geldiğinde ritmik bir şekilde duvara vuruyordu. En sonunda hücredeki insanlara saldırıyordu ve doktora götürülüyordu. Adam hapiste kalması gereken sürenin iki katı kadar deliler hastanesinde kalmak zorunda kalıyordu.
İnsanları aydınlatmak için duvarlar bembeyazdı. Ama ondan önce kalmış insanlara dair haber veren kirli bir beyaz. Tıpkı benim şu an içinde bulunduğum odanın duvarları gibi. Tek fark buradaki duvarlar yeni boyanmıştı. En ufak bir kir yoktu. Sanki bu deliler hastanesinin de ilk hastası benmişim gibi...
Adam her zaman beyaz giyiniyordu. Kirliler, temizler hep beyaz geliyordu. Beni giydiğim kıyafetler gibi. Ve en kötüsü ise odada yatak dışında en ufak bir eşya olmayışıydı. Adam ya tüm gün boyunca uyumak ya da uzun süre bembeyaz duvara belirli bir süre bakarak zaten bozuk olan psikolojisini iyice bozmak zorundaydı. Azar azar verilen ve adamın her yediğinde yüzünü buruşturmasına neden olan yemekleri saymıyordum bile.
Ve ben her kendi kendime kalışımda adamla aramda bir benzerlik arıyordum. Ayağımı yatağın ucundan boşluğa savuruyor, sıkıntıya gömülüyordum. Emindim ki, yakında kendi kendime konuşmaya başlayacaktım.
Konuşmak insanın beslenmek ya da barınmak gibi önemli bir ihtiyacıymış gibi geliyordu bana. Gülmek, ağlamak ya da sinirle bir şeyler tekmelemek. Sözlü ya da bedensel kendini ifade edebilmekti benim için önemli olan. Çünkü büyüyordu içimdeki şey. İnsanlara anlatamadığım bu suçluluk duygusu yiyordu benliğimi. Ruhumu, cesaretimi, enerjimi de beraberinde götürüyordu. İçimdeki yaşama hevesini alıyordu.
Parmaklarımı, diğer elin parmak aralarına geçirecek şekilde konumlandırınca gözlerimi yumdum. Bu odada yaptığım her büyü tanesi elektrik akımı olarak vücuduma geri yansıyordu ve birkaç saniyelik akım bile birkaç saat boyunca vücudumu titretiyordu.
Vücudum tekrar bir titremenin kurbanı olurken avucumun arasında hissettiğim nesne, belki de şu an ihtiyacım olan tek şeydi.
Karşımdaki bembeyaz duvara doğru ilerlerken metalin gıcırdamasına dair neredeyse 'Yoktu' denilebilecek kadar sessiz çıkan kameranın sesinin ardından elimdeki koyu kahverengi boyayla duvarda çizgiler çizmeye başladım. Hafif eğik ve yan yana iki çizgi, ve altlarından tamamlayan yine iki çizgi. Oluşturduğum dar ama uzun ovallerin ortasında daire çizerken gülüşüyle beraber şefkatle parıldayan ifadesi geldi aklıma. Elimden geldiğince ona benzetmeye çalışıyordum. Gülümsedim.
"Sen, sen ve resim yapmak?" dedi elindeki poşetleri şaşkınlıkla yere düşürürken. "Hey, böyle devam edersen annem seni öldürür." derken ciddiydim. Bir süre daha boş bakışlarla başımdaki fötr şapkaya, elimdeki palete ve önümdeki tuvale baktı. Ancak ona attığım açık boya kutusuyla beraber yüzünün yarısı kırmızıya boyanmıştı hemen. Haline gülerken aramızdaki iletişimi ayakta tutmaya çalışıyordum. Çünkü Bora her şoka girişinde bir tam gün uyuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Genç Büyücü -Ara Verildi-
FantasiUnutulmuş bir zamanın, unutulmuş savaşı dönmek üzere. Büyücülerin bu savaşta şansı yok. Ellerinden gelen tek şey ölümlerini beklemek. Peki, bu karanlıkta bir umut ışığı doğarsa ne olur? Hafızasını kaybederek çevresindekilere acı çektiren bu kızın sa...