Part 6 : Yıkılan Kapı

608 36 10
                                    

Can, kim bilir bugün kaçıncı kez durdurduğu arabasını sağa çekti.

Arabanın durduğunu kavradığımda midem bir takla daha attı ve beynim uyarı çanları çalmaya başladı.

Kapımı açtığım gibi kendimi dışarıya attım. Dizlerin ağırlaşınca kendimi yerde buldum. Midem bir takla daha atınca midemde olan herşey dışarıya çıktı. Yani kustum.

Sonunda işim bitince doğruldum ve Can'ı bana mendil kutusunu uzatırken buldum.

"Teşekkür ederim." diye mırıldandım. Mendile ağzımı sildim ve su şişesini çıkardım. Önce ağzımı çalkalayıp tükürdüm, sonrada suyu kana kana içtim. Kusarken ağzımda iğrenç bir tat oluşmuştu.

Can "Daha iyi misin?" diye sorunca başımı sallamakla yetindim. O da üstelemedi ve yeniden arabaya kurulduk. Can arabayı sürerken ona döndüm. "Hala anlamıyorum. Neden şehrin bu kadar uzağına ışınladın ki? Niye direk göbeğine ışınlamadın?"

Can bana bakmadan konuşmaya başlayınca sinirlerim hopladı. Etkili iletişime önem veren birisiydim ve göz teması benim için herşeyden önce gelirdi.

"Şehir canavarlar şekil değiştirip giremesin diye her büyülü yaratığa karşı sihirle korunuyor. En yakın 70 kilometre kadar yaklaşan oluyoruz ve muhafızların denetiminden geçtikten sonra sadece büyücüler yollarına devam edebiliyor. Yaratıklar o an yok ediliyor. Akalaylar'ın boyutu orada olduğu için bir bakıma şehrin patronu sayılıyorum. Rahat olabilirsin"

Kaşlarımı çattım. "Fark etmediysen diye söylüyorum, beni araba tutuyor! Oraya varmamızın daha farklı bir yolu yok muydu?"

Can nihayet bana baktı. Ama ne yazık ki sırıttı.

"Uyu sadece pofuduğum. Uyurken kusmazsın. Ve soruna yanıt olarak söylüyorum. Hayır, başka yolu yok."

Can'a söylene söylene oturduğum yere iyice yayıldım. Başımı cama yasladıktan sonra bir süre sonra nihayet uyudum. Ama başımı sürekli cama çarptığım için pek de rahat bir uyku olduğu söylenemezdiÜcreti ka

"Uyansana be kızım. Geldik."

Can'ın beni şiddetli sarsışları sonucu gözlerimi açtım. Açıkçası karşımda kaşlarını çatmış bir Can görmeyi beklemiyordum.

"Öff ya, çok vakit kaybettik. Kalksana be kızım! Kime çekmiş bu uyuşukluğun?"

Bir an Can'ın beni kendi ailesine katıp, tüm sülaleyi saymasından korkmuştum. Ama Allah'tan böyle bir şey yapmamıştı.

Arabanın kapısını açıp dışarıya çıktım. Mermer zeminli dar bir yolun üzerindeydik. Sağ tarafında lokantalar, sol tarafımda ise "Kral Çay Bahçesi" yazan bir yer vardı. Buradan sadece süs havuzu ve sonsuzluğa uzanıyormuş gibi duran çimler görünüyordu. Önümüzde tahtaları pek sağlam görünmeyen ahşap bir liman vardı. Can beni çekiştirerek limana çıkarttı. Göl fazla derin değildi. Hatta ne gölü, nehir gibiydi burası! Can beni salını idare etmeye çalışan bir adamın yanına vatana kadar sürükledi. Arada sırada tahtalar gıcıyordu ve ben cidden korkmuştum. Çünkü iskeleye girerken "Etle Beslenen Karettalar" tabelasını görmüştüm. İki de bir iskelenin çöktüğünü ve Can'la benim Karettalar'a yem olduğumuz zihninde canlanıyordu. Tırstım. Kim böyle bir tabela koyardı ki?

"Selam amca, bizi karşıya geçirebilir misin?" diye sordu Can. Can'ın sözleri üzerine adam başını avladığı balıklardan kaldırdı. Bize kuşkuyla baktı. Adam keldi, ama yine de çıkmaya yüz tutmuş ufak gri bir sakalı vardı. Siyah gözleri çok görmüş, geçirmiş gibi zeka pırıltıları saçıyordu. Uzun, ince ve çelimsizdi.

Genç Büyücü -Ara Verildi-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin