Part 9 : Patron

437 25 3
                                    

Terler, üstümdeki kıyafetleri vücuduma yapıştırmıştı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyor, bunun bir sonucu olarak da göğsüm hızla inip kalkıyordu.

Sinem'in ele geçirilişini gördüğümden beri nereye gittiğimi bilmeden koşuyordum. Aslında bu büyücüler şehrinin gerçek şehirlerden pek bir farkı yoktu. Dar, dolambaçlı taş döşemeli caddeleri vardı. Evler caddenin iki yanına dizilmişti. Düzensizlerdi. Bazıları havada uçuyordu. Ama onlara aldırış edebilecek kadar çok vaktim yoktu.

Rüzgar saçlarımı geriye doğru savururken tüm hızımla koşuyordum. Kaslarım artık acıdan sızlamaya, gözlerim ise yorgunluktan kapanmaya başlamıştı. Ama ne zaman gözlerimi yumsam karanlıkta buz mavisi bir çift göz beliriyordu. Ve zihnimi kelimeler işgal ediyordu. Kaçabilirsin ama bu seni kendi ellerimle öldüreceğim gerçeğini değiştirmez. Kaç Eylem, bana doğru.

Bu sözlerden sonra hızımı iyice arttırıyor ve daha hızlı koşuyordum. Arada havaya kapılıp yerden havalanıyor ve küçük çaplı bir korku krizine giriyordum. Ne yapacağımı bilemez bir halde havada taklalar atıyordum.

Ama sonunda korkumu dengeleyebildiğimde yere iniyordum.

Gözümü sokak taşlarından kaldırıp ilerideki açıklığa diktim. Şafak söküyordu. Yorgunluk tüm bedenemi ele geçirmişti ve kaslarım acayip derecede sızlıyordu. Tüm gece boyunca en ufak bir mola bile vermeden koşmuştum. Durum değerlendirmem berbat bir durumda olduğum kanısına varınca bitti.

İleride binalar bitiyordu ve ormanlar başlıyordu. İlerledikçe ufak tefek mağaralar yolu tıkıyordu. Ama üstünden atlamam takdirinde arkadaki mükemmel sığınaklara sığınabilirdim. Ve muhtemelen kimse burada yaşamıyordu.

Vücudum birazcık uyku alabilme düşüncesiyle bacaklarımı sarstı. Heyecandan titrerken son sürat koşup ormanlara giriş yaptım. Ağaçların gölgelerinin üstünden geçerek koşmaya devam ettim. Yol giderek daralıyordu. Önüme çıkan ilk kayaya tırmanma planlarımla üstlerine koşmaya devam ettim. Sıkılmıştım, bunalmıştım ama en önemlisi yorulmuştum. Uykuya ihtiyacım vardı.

Hızımı kesmeden ellerimle kaya çıkıntılarından destek alarak tırmandım. Ayaklarımı öteki taraftaki çıkıntılara yerleştirdim ve kendimi yere attım. Bir büyücü olabilirdim. Ama hala bir kayayı kaldırmayı yada yok etmeyi bilmiyordum. Ya da doğru düzgün bir büyü. Bu noktada atletik becerilerime güvenmek zorundaydım.

Ağaçların sıklaştığı yolda ilerlemeye devam ettim. Kayaların üstünden atladım. Kayalar arası mesafe de azaldığında bir kayadan diğerine hoplamaya başladım. Düşecek gibi olduğumda tepemden sarkan ve beni kamufle eden ağaç dallarına tutundum.

En nihayetinde bir kayayı daha atladıktan sonra çöktüğüm yerden kalktım. Yemyeşil çimenler ayaklarımın altında uzanıyordu. İleride bir göl vardı. Ve geldiğim yoldaki ağaçların aksine buradaki her ağaçta meyve vardı.

Çalılar düzensizce etrafa yayılmıştı. Mantarlar ve çiçekler ilkbahardaymış gibi yağıyordu. Ama beni asıl şaşırtan bu değildi. İlerideki dağın tepesi bembeyazdı. Dağın üstünde bir bulut kümesi usulca beyaz taneleri dağa bırakıyordu. Gözümü kısıp tanelere baktım. Bunlar kar mıydı?

İlerideki kara rağmen burası sıcacıktı ve bitkilerin kardan etkilenmiş gibi bir hali yoktu.

Bulunduğum yerden tırsarak ilerlemeye devam ettim. Uyayabileceğim bir yer arıyordum. Çoğunlukla mağara gibi. Geniş ağızlı bir mağara. Böylece içine sinip uyuyabilecektim. Ve mağaranın karanlığına güvenebilecektim.

Koşmayı bırakıp sakin adımlarla yürümeye başladım. Attığım her adımda tam olarak çözümleyemediğim bir duygu vücudumu ele geçiriyordu.Buna en yakın duygu sanırım keyifti. Gerçekten rahat ve mutu hissediyordum. Keyifliydim. Açıklığın içine doğru attığım her adımda bu duygu güçleniyordu. Bir eroin gibi ilk adımımdan beri beni kendine çekiyordu. Gel diyordu sanki. Bana doğru gel.

Rahatlık hissi sonunda doruğa ulaştığında yüzümde içten bir sırıtış vardı. Herşeye rağmen gülümseyebiliyordum. Ve bu... İyi hissettiriyordu. Kesinlikle iyi hissettiriyordu.

Sonunda ayağımın ucunda bir acı hissedince sırıtışım yok oldu. Gözlerime panik dolu bir ifade yerleşti. Acı dolu bir dalga bir fırtına edasıyla yavaşça bacağıma tırmandı. Dokunduğu heryer yanmaya başladı. Mecazi anlamda yanma. Gerçekten alev alıp tutuşmadı.

Çığlıklar eşliğinde kendimi yere attım. Çimenlerde delicesine yuvarlandım. Ve her çimin değişinde acım büyüdü. Acımı yansıtacak türden bir çığlık koptu ağzımdan. Nefesim düzensizleşti. Doğru düzgün nefes alamamaya, aldığım her nefeste de acı çekmeye başladım. Ciğerlerim yandı.

Gözlerimin dolduğunu hissettim. Bu acı bir şekilde beni zayıf düşürmüştü. Kolumu kaldıracak halim kalmamıştı. Yavaş yavaş gözlerim kapanırken acı tüm şiddetiyle vücudumda esiyordu. Debelenmeyi kesmiştim. Nefes almaya çalışıyordum sadece.

Biraz ileride küçük ayaklar meydana çıktı. Onlara baktım. Ama yeşil renginden öte birşey göremiyordum.

"Yardım edin." diye fısıldadım güçsüz çıkan sesimle. "Lütfen."

Vücudumun daha fazla direnci kalmamıştı. Acının hediyesi karanlık, beni kollarına aldı.

***

Uyandığım da gözlerimi aralayamadım. Sadece bilincim açıktı. Altımdaki beton zemini hissedebiliyordum. Etrafta çıt yoktu. Kaslarım acıyla zonkluyordu. Huzursuzca kıpırdandım. Kaslarımın acımasıyla inledim. İnlememe karşılık ayakkabı sesleri duyuldu.

"Uyanmaya karar vermiş olmana sevindim. Ah hadi ama çocuk mu kandırıyoruz burada? Uyumadığının farkındayım."

Gözlerimi açtığımda karşımda buldum onu. Tahmin olarak zihnimden geçirmiştim. Ama gerçeğini görmek kalbimi burkmuştu.

Yüzümü buruşturdum. "Selin, insancıl olalım. Beni bağlayan bu iplerde neyin nesi oluyor ?" diyerek kafamla ellerimi gösterdim. Vücudumun niçin isyan ettiği şimdi anlaşılıyordu. Ellerime ve ayaklarıma kan gitmiyordu. Ne kadar zamandır böyleyim bilmiyordum ama azıcık daha böyle kalırsam ellerim ve ayaklarımdan olacağımdan korkuyordum.

Selin sırıtarak yanıma çöktü. "Aptal olduğunu bu kadar belli etme Gülibik. Kaçırıldın, tutsak alındın. Anlaşılmayacak nesi var?"

Yüzüm gölgelendi.

"Neden? İntikam için mi?"

Sırıtışı tüm yüzüne yayıldı. "O kadar geri kafalı değilim. Seni tutsak aldım çünkü seni kurban olarak kullanacağım. Kanını. Ki açıkçası bu, bu noktada intikama bağlanıyor."

Kaşlarım çatıldı. Selin bana bambaşka bir dilden söz ediyormuş gibime geliyordu.

"Ne kurbanı? Taş Devrini ya da yamyamları mı canlandırıyoruz Selin?"

Selin dilini şaklattı. "Büyük uyanış için kurban seçildin. Kanında hepimizin sandığının aksine mavi var. Bora'nın kırmızısı olması gerekmiyor muydu?"

"Ne saçmalıyorsun?"

"Gelenekleri bozdun, Bora'yı öldürdün ve sana verdiğimiz tek bir yaşama şansını da kaçarak kaybettin. Bu yüzden onlar senin icabına bakmak için seni ararken önlerine cesedini atacağım. Hem böylece o da derin uykusundan uyanabilecek. Senin kanınla."

"Tamam herşeyi anladım da o kim?"

"Patronum."

Genç Büyücü -Ara Verildi-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin