Araba ile sonunda kasabanın girişine gelebilmiştik, hava gittikçe kararıyor ve siyah bulutlar çıkarttığı garip sesler ile kasabanın üzerine yaklaşmaya başlıyordu bu fırtınanın habercisiydi bunu herkes biliyordu. İnsanlar alışverişlerini sonlandırmış, kafede oturan kişiler kahvelerini yarım bırakmış evlerine dönmek için yolları işgal etmişti bunu çok açık görebiliyorduk. Garry ise olanların şokunda hem arka tarafa bakıyor, hemde yola bakıp sığınacak yer arıyordu. Tek yaptığım yolun başında durup, insanları izlemek oluyordu haraket dahi edemiyordum. Bu kasabayı uzun süredir böyle görmüyordum, en son fırtınanın on yıl önce olduğunu büyük dedelerimiz anlatıyordu ancak fazla inanmıyorduk şimdi tam karşımızda kanıtı ile oluşmaya başlamıştı. Büyük bir gök gürlemesi irkilmiştik, birbirimize kocaman gözlerle bakıp konuşmaya çalışıyorduk ancak ağızımız açılmıyordu. Aklım halen beyaz gözlü varlıklara kayıyordu, neler olduğunu anlamak için kafamı yoğunlaştırmaya çalışıyordum ancak bu stresin altında başarısız oluyordum. Dönmeliydim, vitesi oynatıp döndüğümüz kasabaya doğru ilerlemeye başladım son hızda şekilde ilerliyordum. Araba ile beyaz gözlüleri gördüğüm yerden geçtiğimde içimi tekrar bir hüzün kapsamıştı, durduk yere bu his hiç iyi bir şey değildi bunu anlayabilmiştim. Döndüğümüz kasabaya geldiğimizde kasabanın tamamen boş olduğunu görmüştük, sokakta bir insan veya hayvan dahi göremiyorduk tüm kuşlar seslerini kesmişti. Sadece ağaçları oynatan rüzgar seslerini duyabiliyorduk, Tekrar bomba sesine benzer bir patlama ile irkildik, dikiz aynasını kontrol ettiğimde büyük bir hortumun kasabamıza doğru ilerlediğini görebilmiştim.
Mark; Garry, arabadan in ve şu eve koşmaya başla camda birisi var KOŞ KOŞ KOŞ!
Garry; Pekâla, hadi dostum arabayı bir yere çek ve gel!
Garry indiğinde, camdaki insanın aşağıya inip garaj kapısını açtığını görebilmiştim, arabayı seri şekilde garaja çekip garaj kapısını kapattım ve evin bahçesine çıktığımda saçlarım uçuşmaya başlamıştı. Fırtına garip şekilde yer değiştirmiş ve tam bulunduğumuz kasabaya doğru ilerliyordu, ne olduğunu anlamadan bakabiliyordum. Garry kolumu kavrayıp çektiğinde kendime gelebilmiştim, sadece onu takip ediyor ve evin içine giriyordum. Evin içine girdiğimde büyük bir aile ile karşılaşmıştık. Yaklaşık yedi kişiden oluşan insanlar bize bakıyor ve aralarından bir tanesi sadece su uzatabiliyordu. Garry düşünmeden suyu aldı ve yudumlamaya başlamıştı ancak soğuk davranışlarım insanları benden uzak tutmaya yarıyordu. Ev oldukça şık duruyordu, duvarlarda geyik kafaları ve av türefleri duruyordu. Önümde büyük bir sofra gördüğümde bu insanların ziyarete geldiğini anlayabilmiştim ancak hepsi bir yerin altına girip olayın bitmesini bekliyordu. Çocuklar, gençler, yetişkinlerden oluşan bu grup garip gözler ile camı seyrediyordu. Cama döndüğümde fırtınanın varlıkları gördüğümüz yerde daha çok büyüdüğünü görebilmiştim, anlayabiliyordum bu fırtına beni takip ediyordu. Nefesim daralmaya başlamıştı, tırnaklarım yerinden fırlayacak kadar acıyor ve gözlerim yanıyordu. Tek yapabileceğim şeyi yapmayı karar verdim, kapıyı açıp herkesin nasiyat bağırışları arasında sokağa fırladım. Arkamdan gelmeye çalışan Garry'i kişilerin önlediğini anlayabilmiştim, camdan bana bakıp bağırıyordu ancak işe yaramadığını gördüğünde izlemeye başlamıştı. Yolun ortasındaydım artık, tam karşımda gelen fırtınaya bakıyor ve uçuşan saçlarımı toplamaya çalışıyordum. Gözlerimi kısıp fırtınaya doğru baktığımda içinde yürüyen bir insanı görebilmiştim, bana doğru yürüyordu ve gözleri inanılmaz şekilde parlıyordu. Bu oydu! Orada gördüğüm varlıklardan sadece bir tanesiydi, beni yakalamak için geldiklerini biliyordum. Kaçmak için yapabileceğim bir şeyim yoktu, sadece oraya girip kavga etmem gerektiğini düşünüyordum. Ölecektim, veya yaşayacaktım. Koşar adımlar ile fırtınaya doğru ilerlediğimde vücudum hiç olmadığı kadar hafiflemişti, etrafta bulunan tüm sesler kaybolmuştu ve gözlerim bulanıklaşmaya başlamıştı. Gözlerimi ovalayıp baktığımda, etrafımda dönen bir hortum, önümde ise sarı saçları ile duran Lovie. Gözlerime inanamamıştım, fırtınınan içindeydim ancak karşımda inanamadığım ve sonuna kadar özlediğim kişi Lovie duruyordu. Bir terslik vardı, gülümsemiyordu sadece kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Rüzgarı hissetmiyordum bile, en ufak bir ses dahi duymuyordum sadece Lovie'nın bakışları arasında düzelmeye çalışıyordum. Elini yakama götürüp, kendine çektiğinde kalbim yerinden fırlayacak kadar hızlı atıyordu. Burun buruna gelmiştik, nefesini hissedemiyordum sanki hiç nefes almıyordu ve öylece suratıma bakıyordu. Göz yaşlarım yanaklarımdan sıyrılıp yere düşüyordu, ellerimin ve gözlerimin acısı tamamen kaybolmuştu ve kendini özlem duygusuna bırakmıştı. Gözlerine bakıyordum, yeşilimsi olan gözlerine. Tamamen ona odaklanmıştım, çok güzel giyinmiş ve makyaj yapmıştı. Dışarıdan garip bir çığlık kulağımı tırmaladığında kendime gelebilmiştim, rüzgar sesleri iyice artmaya başlamıştı fakat Lovie hiç haraket etmiyor ve suratıma bakıyordu. Teninin mora dönmesini görebiliyordum, karın kısmındaki kan kıyafetine yansımıştı, tıpkı o günkü gibi karşımda duruyordu. Gözlerine iyice baktığımda beyazımsı bir parıldama görmüştüm, kafamı sağ ve sola salladığımda ise karşımda Lovie yerine o varlıklardan bir tanesini görebildim. Elini yakamdan ayırıp, kendimi dışarıya doğru savurdum ve fırtınanın bitmesi ile kişide kaybolmuştu. Yırtık kıyafetlerim, elimde bir çizik yerde yatıyor ve canım hiç olmadığı kadar acıyordu. Fırtınanın bitmesi ile birlikte evdekilerin çıkıp yanıma koşması ile kendime gelebilmiştim.
Garry; Mark, iyi misin? Tanrı aşkına ne düşünüyordun?
Mark: Lovie'yı gördüm Garry, orada içerideydi.
Garry kolumdan kavrayıp kaldırdığında, ilk işi arabaya bindirip bizi evine alan kişilere teşekkür edip kasabaya dönmek olmuştu. Garry şöför koltuğunta oturuyor, bazen bana bakıyor ve hızını arttırıyordu. Sonunda arabanın haraketi yavaşlamıştı ve ön cama baktığımda karşımda duran kulübe dikkatimi çekmişti. Corey'ların kulübesine gelmiştik, patikanın tam içindeydik. Arabadan inip iyileşmeye başlayan yaralarımı gözlemlemeye başlamıştım ve ağır adımlar ile Garry'i takip ediyordum. Kapı açılıp, içeriye girdiğimde Corey'i karşımda görebilmiştim, suratıma bakıp telaşlı şekilde kolumdan tutup bir yere oturttuğunda aradığım soruların cevaplarını öğrenmek için baskı yapmaya başlamıştım.
Mark; Corey, beyaz gözlü birilerini gördüm çok güçlülerdi ve sonra fırtına başladı yani garip şekilde. Tekrar döndüğümüz kasabaya gittiğimizde fırtına oraya ilerledi, garip bir his yaşadım ve fırtınanın içine daldım. Önümde Lovie duruyordu, sert şekilde bana bakıyordu ne olduğunu anlamadan Lovie yerine karşımda duran kişinin o varlıklardan olduğunu gördüm ve sonra kayboldu.
Corey; Anlıyorum Mark, sana şunu açıklamalıyım. Bu varlıklar Mısır tanrılarının öldürmek istedikleri varlıklar, ancak kimse başarılı olmamamış ve kendi güçlerine benzer her güçleri öldürmeye programlanmış bir ordu diyebilirim sana. Bu varlıkların en büyük özelliği senin duygularını anlayabiliyorlar ve sana acı çektiren kişilerin kılığına girip savaşı kazanıyorlar. Anlatabiliyor muyum?
Mark: Anladım ancak çok garipti, gerçek gibiydi yani garip bir his hissettim. Söylediğin gerçekse, bizden ne istiyorlar?
Garry; Mark, sende onlardan sayılırsın yani özelliğin, gücün var. Bence onlar seni daha sonra ise sana benzer kişileri öldürmek için geldiler.
Corey; Garry haklı, dikkatli olmalıyız ve onları nasıl yenebileceğimizi hiç bilmiyorum Mark!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Science FictionKanımda dolaşan bu gücü hissediyorum, evet. Bazen öyle bir acı hissi yaşıyorum ki kafamı yerinden ayırıp atasim geliyor fakat bunu beni düşünenler adına yapmamalıyım.