Arabadan indiğimde güneş neredeyse tam tepedeydi, üzerimdeki enerjik duygu bir anlığına kaybolmuştu ve kendimi pencereden içeriye bırakarak yatağıma uzandım. Kafamı yastığa gömdüğüm anda gözlerim kapanmıştı, nefesimi topladım ve kirli kıyafetlerimi yorgan ile örterek ellerimi başıma siper etip kendimi rüyalara bırakmaya çalıştım, başarmıştım. Gözlerimi tekrar açtığımda güneş odama vuruyordu, odamda insanlar doluydu oldukça kalabalık olduklarını bulanık şekilde görebiliyordum. Sağ elim ile gözlerimi avuşturdum ve göz kapaklarımı tekrar açtığımda karşımda ailemi ve Lovie'nın ailesini görmüştüm. Utanmıştım, yorganı üzerimden hiç kaldırmayarak konuşmaya çalıştım.
- Güna-. neler oluyor?
- Mark, oğlum Lovie nerede?
- Bilmiyorum, dün görüştük ve evine bıraktım.
- Lovie dün gece odasında yokmuş, bu sabah farketmişler ve ailesi direkt bize geldi.
-Ben-.. bilmiyorum efendim gerçekten bilmiyorum.
- Mark, bak sorun değil ancak Lovie'nın nerede olduğunu söyleyebilir misin?
- Bilmiyorum, gerçekten arkadaşlarına baktınız mı?
- Evet, hepsini on defa arayıp tekrar tekrar sorduk ancak bilmediklerini söylediler. Sen aramamıza yardım edebilir misin Mark?
- Tabii!
Yorganı hızla fırlattığımda üzerimdeki kesik tişörtümü, kirli pantalonumu görmüşlerdi ve şaşkın gözler ile bana bakıyorlar ne olduğunu dahi soramıyorlardı. Masanın üzerinde bulunan spor ceketi üzerime geçirip fermuarını yukarıya doğru çektim ve nefesimi toplayıp gıcırdayan merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Kapıyı açıp dışarıya çıktığımda, etraf ne kadar dolu olursa olsun bana boğuk geliyordu sesler. Hızlı adımlarımı Garry'nın evine yönelttiğimde beni evinin önünde beklediğini görmüştüm, yanına yaklaştığımda hızlı nefesimi kontrol etmeye çalışıp konuşmaya başladım.
- Garry, Lovie kayıp!
- Biliyorum Mark, ailesi benide aradı bende senin geleceğini düşünmüştüm.
- Evet, bu sabah odamdaydılar ve nerede olduklarını bilmiyorlar benim gibi!
- Mark, dostum Lovie'yi en son nerede görmüştün?
- İşte, evine bıraktım oradan ise Archie ve Corey ile birlikte ufak bir hesaplaşma üzerinde durduk.
- Hesaplaşma?
- İşte şu sürü-...
Gözlerim cümlemi bitiremeden büyümüştü, nefesim hızlanmıştı ve koşar adımlar ile tekrar evime doğru yönelmiştim. Garry ise koşar adımları ile beni takip ediyordu, evin önüne vardığımızda hızla içeriye girip odama yöneldim ve komidinin üzerinde duran şalı kavrayarak burun hizama doğru yönelttim. Kokusunu takip edebileceğimi düşünüyordum, sonuçta bir kurt bunu yapamaz mıydı? Şalı iyice koklamaya başlamıştım, Garry ve evdeki herkes donar bakışlar ile beni izliyordu ancak ne olduğunu çıkartamıyordu tabii Garry hariç. Kokusunu bir daha unutamayacağımı düşünmüştüm, şalı elime dolayarak hızla evin dışına çıktım ve Garry ile birlikte patika yoluna doğru ilerlemeye başlamıştık. Neredeyse her adımımda durup, etrafı kokluyor ve bir şeyler hissetmeye çalışıyordum. Oldukça ıssız bir yere geldiğimizde, önceki anılarım aklıma gelmeye başlamıştı sırası ile. Çok geçmeden Megan'ın gölün hemen yanında söylediği cümleleri anımsamıştım "Kız arkadaşını öldürmek istemiyorum Mark, bize katıl" Gözlerimi sıkıca kapatmıştım, kalbim yerinden fırlayacak kadar atıyordu ve içimdeki gergin his yüzüme yansıyordu. Aklıma kafe arkasında bulunan göl gelmişti, Garry'nın omuzundan tutarak dürttüm ve takip etmesi için kafam ile yön vermiştim. Koşar adımlarımız ile büyük bir yokuşu çıkıp kafenin önüne gelmiştik, etrafta bir insan dahi göremiyorduk. Patikadan koşar adımlar ile inmeye başladık, kafamı kaldırdığımda gölün hemen yanında beyaz kumların üzerinde yatan Lovie'yı görmüştüm. Gözlerimin dolduğunu, etrafın bulanıklaştığını görebiliyordum. Koşar adımlar ile yanına gittiğimde ise kısık gözleri ile gökyüzüne bakıyor ve gülümsemeye çalıştıkça başaramıyordu. Saçları kumların üzerinde dağılmıştı, beyaz kumların bir kısmı kırmızıya bürünmüştü ve karın hizasından akan kanlar kurumuş yerini koyu bir renge bırakmıştı. Gözyaşlarımı uzun zamandan sonra tutamıştım, sel gibi akıyor ve beyaz kumları ıslatıyordu, kalbim beni öldürecek kadar hızlı atıyordu ve korkuyordum. Lovie, yaşarmış gözleri ile bazen bana bakıyor, bazen ise gökyüzüne bakıp nefesini toplamaya çalışıyordu.
- M-.. mar-.. *öksürür* Mark.
- Buradayım sevgilim, yanındayım iyi olacaksın!
- Sorun değil, sorun değil gerçekten.
- Yo-.. kurtulacaksın! Garry, ambulansı ara dostum lütfen!
- Arı-.. arıyorum!
- Sakin ol Lovie, kurtulacaksın bir şeyin yok sadece ufak bir çizik.
- Ma-.. Mark! Megan ile uğraşmamalısın, gerçekten. O seni öldürmek istiyor ve artık insan olmadığını düşünüyorum.
- Anladım sevgilim, anladım sen sadece benimle kalmaya çalış tamam mı? Duyuyorsun değil mi beni?
- Seni çok sevdim Mark, gerçekten. Eski kitaplarda ölümün gerçekten güzel olduğunu söylüyorlardı, nereden bildiklerini bilemiyorum ancak canım acımıyor.
- Canın acımıyor, biliyorum hayatım. Sen kitapları, ıvır zıvırı boşver tamam mı? Benimle olacaksın, her dakika her zaman!
- Zaten seninleyim sevgilim, her zaman, her yerde!
Lovie cümlesinin henüz sonuna gelmeden narin ve kana bulanmış elini göğüsüme götürerek parmakları ile kalbimi işaret etmeye çalışıyordu, hıçkırışlarım tüm ormanda yayılıyor ve cümle kurmama engel oluyordu. Sevdiğim kişi, hayatımda olmasını istediğim güzellik önümde yatıyordu. Gülümsetmeye çalışıyordum, onun huzurlu olmasını ancak aklıma pek bir şey gelmiyordu.
- Hayatım, saçlarını mı boyattın?
- Hah-.. Şimdi mi aklına geldim yani? Evet, bu sabah sana süpriz yapmak istedim ancak-.. *öksürür*
- Tamam, iyi bir süpriz! Sen hastahaneden çıkınca bunu güzel şekilde kutlarız olur mu?
- Mark, lütfen. Bana ufak bir kız çocuğu gibi davranmaktan vazgeç, olacakları biliyorum.
- Hayır sevgilim, ambulans geliyor yolda!
- Mark-.. Babama gerçekleri söyleme tamam mı? Seni suçlamasını istemiyorum, lütfen.
- Tamam, beraber açıklarız ikimiz.
- Seni seviyorum Mar-...
İsmimin son harfini söyleyemeden elleri göğüsümden kayıp kumlara düşmüştü, gözleri ise sadece bana bakıyor ve göğüsü artık şişip, inmiyordu. Kendimi öylece yanında bulmuştum, ağlıyordum hemde hiç olmadığı kadar fazla. Bağırıyordum, tüm ormandaki canlıların benden korktuklarına emindim. Öyle bir kükrüyordum ki ses tellerimin sonunda kopacağını düşünmüştüm, gözlerimin tekrar parladığını hissetmiştim ancak bu defa sinirden çok hüzüntüden olmuştu. Garry omuzumu kavradığımda üzerine yığılmıştım, kafamı omuzuna bastırıp hıçkırıklarımı susturmaya çalışıyordum ancak pek başarılı olamıyordum. Acı bir siren sesi ile irkilmiştik, yaşlı gözlerimi patikaya çevirdiğimde elinde sedye ile inen bir grup insanı görmüştüm, bağırışlarım son bulmuştu ancak kalbim daha yavaş atmaya başlıyordu. Lovie'nın cansız bedenini sedyeye taşıdıklarında ve onu siyah bir torbaya koyduklarında bayılayacağımı düşünmüştüm, canım ilk defa bu kadar fazla acıyordu. Siren sesleri uzaklaştığında öylece kumun yanında oturuyordum, etraftaki polisler sırası ile benimle konuşmaya geliyordu ancak ağızımı açmayı bırak kafamı dahi kaldıramıyordum. Sadece kurumuş kan izlerine bakıp bir şeyler fısıldayabiliyordum. "Hoşçakal sevgilim, hoşçakal"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Science FictionKanımda dolaşan bu gücü hissediyorum, evet. Bazen öyle bir acı hissi yaşıyorum ki kafamı yerinden ayırıp atasim geliyor fakat bunu beni düşünenler adına yapmamalıyım.