Corey suratıma dikkatlice bakıyor, diğer yandan ise elinde tuttuğu bedeni yırpalıyordu. Yerimden doğrulabilmiştim sonunda, Garry tam önümde kanlar içerisine yatıyordu, gözlerimin yaşarmasından önümü neredeyse göremiyordum, etraf bulanıktı. Garry'e yaklaştığımda, omuzuna dokunmak istedim ancak dokunduğum sırada bir ışık büzmesi ile bedenin eridiğini gördüm, garipti ilk defa böyle bir şey ile karşılaşıyordum, vücud iyice eridikten sonra, suratına bakmak için vücudunu çevirdim ancak surat yanımadığım birine ait olduğunu gördüm, evet kandırılmıştım ancak başarısız olmuşlardı. Fırtına günü aklıma geldiğinde sonunda anlamıştım, ölen bedenleri ve ya yaşayan kendi bedenlerini başka birine dönüştürebiliyorlardı, tıpkı o gün Lovie kılığına girdikleri gibi. Yerimden hızla doğrulup, etrafa keskin bakışlar ile baktım ancak odada iki cansız bedenden başka kimse kalmamıştı, tabii baygın insanlarda var. Hızla depoya doğru yöneldiğimde, depo kapısının şiddetle kırılmış olduğunu gördüm, kapı komple parçalanmıştı ve en ufak bir sağlam parçası dahi gözükmüyordu. İçeriye ağır ve emin adımlarla girdim, baygın şekilde yatan Garry'i gördüğümde sonunda rahatlayabilmiştim, hızla yanına gidip pençelerim ile ellerini bağlayan demiri parçaladım, ağızında ki bandı söktüm ve ayılması için yanaklarına vurmaya başladım. Ayıldığını gördüğümde, kalbim o kadar rahat atmaya başlamıştı ki biraz önce olan şeyleri tamamen unutup yeni bir sayfa açmıştım, gözlerimin yaşları kaybolmuş ve kırmızı gözlerim tekrar eski haline dönmüştü, yeşil. Garry gözlerini iyice açtıktan sonra biraz bekledi ve hızla boynuma sarıldı, korkudan değil yaşadığımız için. Omuzuna elimi koyarak, kalkmasını sağladım ve kafenin ana salonuna çıkmıştık, kişiler hafif hafif uyanmaya başlamışlardı, Corey suratıma dikkatle bakıp uçarak girdiği kapıdan yürüyerek çıkması güldürmüştü. Garry ile kafeden çıktığımızda, önümüzde bulunan uzun ve ağaçlar ile kaplı karanlık yol bize huzur getirmişti. Eve sonunda ulaşmıştık ancak kafam kafede tanışdığım kızda kalmıştı, gerçekten güzel bakışları ve şirin yanakları vardı. Sanırım uyumam gerekiyordu, yıpranmış bedenimi kirli kıyafetlerimin içine yatağımın üzerine bıraktım ve dakikalar geçmeden uyuya kalmıştım.
Beyaz bir ışık, ışığın etrafında ölü bedenler ve Lovie. Elinde tuttuğu glock marka silahı başka bir adamın kafasına dayayıp tetiği çekiyor, üstelik gözleri kinle bakıyordu.
Yerimden fırladım, kötü bir kabus beynimi karıştırmıştı. Yıpranmış kıyafetlerimin üzerine asıl giydiğim şeyleride katarak, ütülü kıyafetleri üzerime geçirip aşağıya inmeye çalıştım, garipti çünkü salonda Helen oturup annem ile sohbet edip, gülüşüyorlardı. Merdivenleri ağır ağır inerek, kısık gözlerimi avuşturuyordum. Sonunda salona vardığımda, Helen tam gözlerimin içine bakıp bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, beni nereden bulduğunu bilmiyorum ancak bir açıklama yapmam gerektiğini biliyordum.
- Hey, günaydın! Helen ile tanışmış olmalısın, değil mi Anne?
- Evet Mark, ondan hiç bahsetmemiştin.
-Pek uzun olmadı, neyse çıkalım mı Helen?
-Tanıştığıma memnun oldum efendim, iyi günler!
Helen sonunda oturduğu yerden doğrulup, benimle kapının önüne çıkmıştı. İkimiz hiç konuşmuyorduk, beş dakika boyunca planlamadığımız yollarda dolaşıyor, etrafa bakınıyor ve cümle kurmaya çalışıyorduk, başaran o oldu.
- Dün olanlar, o şeyler işte beni kurtardığın için teşekkür ederim ama sendende korkmuyor değilim.
- Sorun değil ama ben ne yaptım? Ha, tamam.
- Bence açıklama borçlusun, ben öyle düşünüyorum ve haklıyım.
- Evet, haklısın pekala.
- Bundan iki yıl önce, saçma bir şekilde evden çıktığımı hatırlıyorum ve belime büyük bir ısırık aldığımı, garipti. Canım çok yanmıştı ancak sabah kalktığımda en ufak bir acı hatta yara belirgisi dahi görmüyordum, geçmişti. Sonradan garip şeyler olmaya başladı işte, çok garipti. Kurtadam diyorlar, tıpkı çizgi romanlarda olduğu gibi! Dün o şeylerin ne olduğunu bende bilmiyorum, inanmalısın.
- Başka anlatacak şey yok yani, bitti?
- Evet, neden ki?
- Annen pek öyle söylemiyordu da. Yani bu şeylerden haberi olmadığı doğru ancak kayıplardan bahsetti.
- Evet, pek konuşmayı sevmem.
- Onlar için üzüldüm Mark, gerçekten üzgünüm bu konuyu açmamalıydım.
- Sorun değil, yenmeyi başardım bu duyguyu önemli olan bu zaten.
Helen sesini kısmıştı, suratıma bakıp beni ayakta tutacak şekilde gülümsedi ve benimde gülümsememe neden olmuştu, sonunda bir binanın önüne gelmiştik, nereye geldiğimin farkında dahi değildim sadece Helen'i takip ediyor, ona bu olayları anlatmaya çalışıyordum.
- Mark, bence sana bir şeyler borçluyum, Bowling?! İstersen tabii.
- Olur, sorun değil yenilmeye hazırsan.
Binanın içine girdiğimizde, oldukça şirin bir mekan bizi karşılamıştı, kasabanın ünlü bowling binasının tam içindeydik, gerekli paraları ödeyip ayakkabılarımızı değiştirdik ve bowling sahasına doğru ilerlemeye başlamıştık.
- Helen, bence bir iddia koymalıyız, yenilirsen.
- Pekâla, aklında ne var?
- Ben yenersem sen bana çalıştığın kafede yemek ısmarlayacaksın, ben kazanırsam bende sana!
- Anlaştık Mark, görelim bakalım!
Sonunda maça başladık, ilk atışlarımız oldukça acemi şekilde oluyordu ancak tüm attığım topları neredeyse bilerek ıskaya yönlendiriyordum, Helen oldukça eğleniyor ve dünü unutmaya çalışıyordu bu benim hoşuma gitmişti. Helen sonunda dört taşı düşürmüştü, seviniyordu ve kazandığının yüzdesini bana anlatmaya çalışıyordu, aldığım sarı renteki topu kaydırağa doğru taşıdım. Tam önümde dizili taşlara dikkatle bakmaya başladım ve gözlerimin kırmızı parladığını hissetmiştim, kafamı hafifçe eğerek elimdeki topu sertçe taşlara doğru fırlattım ve garip hızda hepsini devirmişti. Gözlerim tekrar eski haline döndüğünde, arkamı dönüp sırıtmaya başladım ancak Helen sağ kaşını kaldırmış, ona açıklamam yapmamı bekliyor gibi bakıyordu.
- Hile yaptın, kurt adam!
- ŞŞŞ!
- Ne? Hile yaptın, ben kazandım saymıyorum.
- İyi tamam ya! Sen kazandın, üzülme.
- Üzülmek mi? Çocuk muyum ben? Üzülmem hiç!
- Tabii, tabii.
Sonunda bowling binasından çıkıp, güneşin battığı yöne doğru ilerlemeye başlamıştık, Helen ile oldukça samimi şekilde konuşuyor ve gülüşüyorduk tıpkı Lovie gibi. Onu özlüyordum ancak Helen çok neşeli olduğu için yansıtmamaya çalışıyordum. Helen evin önüne geldiğinde, içeri girmeden yanaklarımdan öpüp merdivenleri tırmanmaya başladı, yanaklarım kızarmış ve sevinmiştim.
- Helen!
- Efendim?
- Yarın akşam çalışmıyorsun sanırım, saat sekizde?
- Olur yetenekli adam, sekizde!
- Görüşürüz!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Science FictionKanımda dolaşan bu gücü hissediyorum, evet. Bazen öyle bir acı hissi yaşıyorum ki kafamı yerinden ayırıp atasim geliyor fakat bunu beni düşünenler adına yapmamalıyım.