Lovie'yı kabedeli tam üç hafta oldu, zaman hiç olmadığı kadar yavaş akıyor ve takvim yaprakları yırtılmak bilmiyor. Sokağımız hiç olmadığı kadar sessizleşti, insanlar eskisi gibi yürümüyor ve çocuklar eskisi gibi kahkahaları ile neşelendirmiyor. İçimdeki yokluk zaman geçtikçe daha çok açılıyor, Lovie'nın penceresine baktığımda bir anlığına içeriden çıkıp bana el sallayacağını düşünüyorum ancak olmuyor. Telefonumun çalması ile irkilmiştim, camdan öyle dışarıya bakarken. Telefona baktığımda arayan kişinin özel numara olduğunu gördüm, içimden kapatmak geliyordu ancak ellerim tam tersini yapıp telefonu açtı.
*ses*- Mark, nasılsın?
Mark: Sen kimsin?
*ses*- Sesimi tanıyamadın mı? Benim, Megan.
Mark: Se-.. sen.
*ses*- Romantik filmlerde olduğu gibi ağlamayacaksın değil mi? Neyse, kız arkadaşının gövdesini parçaladığım için özür dilerim. Haketmişti.
Mark: Olabildiğince doya doya yaşamanı öneririm çünkü seni yakaladığım anda kafanı vücudundan ayıracağım.
*ses*- Evet, buna eminim. Şimdi gevelemeyi bırak ve söylediklerinin arkasına dur, tren raylarında buluşalım kasabanın dışında. Bakalım söylediklerini yapabilecek misin?
Telefon kapandığı anda üzerimi değiştirip ufak penceremden dışarıya ulaşmıştım. Koşar adımlarımı bildirilen bölgeye yöneltmiştim ancak diğerlerine haber vermeli miyim diye düşünüyordum. Yaklaşık onbeş dakika sonra söylenilen yere vardığımda karşımda Megan'ı görebiliyordum. Oldukça şık bir kıyafet giyimişti ve tam suratıma bakıyordu. Gülümsediğini iyice anımsadığımda hızlı adımlarımı ağırlaştırmıştım ve ne söyleyeceğini duyabileceğim noktaya kadar yürüdüm.
Megan: Küçük kardeşim, hoşgeldin! Bu kıyafeti hatırlıyor musun? Bana sen almıştın, bu akşam için özel giydim.
Mark: Nereden aldın onu?
Megan: Eve gizlice girip aldım, merak etme anne ve babamız yaşıyor. *gülümsedi*
Mark: Sana bu işten uzak dur dedikçe içine girdin, seni öldürmem gerekiyor.
Megan: Evet, biliyorum ancak yapabileceğini pek zannetmiyorum anlarsın.
Mark: Oradan boş konuşmaya devam mı edeceksin? Yoksa kıçını kaldıracak mısın?
Megan: Pekâla, gel bakalım!
Megan cümlesini bitirdi sırada bir anlığına dönüşmüş ve koşar adımlar ile üzerime koşmaya başlamıştı. Gözümden inen bir yaş yanağımdan savrulmuştu, istemsiz şekilde gözyaşı dökmüştüm ancak bir anlığına dönüşüp rakibim olarak gördüğüm kız kardeşime doğru koşmaya başlamıştım. Ortada buluştuğumuzda bir birimize savurduğumuz pençeler ikimizede denk gelmişti ve acıyla geri çekilmiştik. Duracak gibi değildik, kırmızı gözlerimiz ile birbirimize bakıyor ve hırıltılarımızı yükseltiyorduk. Tekrar üzerine atıldım ve savurduğu darbeden eğilerek kaçıp yumruğumu burnuna doğru savurdum. Darbeyi aldığında sendeledi, düşmesini istemiştim ancak pek istediğim gibi olmamıştı. Tekrar sert bir tekme ile geriye savurduğumda sinirlendiğini anlayabilmiştim, bacağımda hissettiğim bir acı ile dizlerimiz üzerine çöktüm ve tekrar Megan'a doğru baktığımda dizini suratıma doğru geçirmeden önce gözlerini görebildim. Yerde acı ile kıvranıyordum ancak durmayacağımı biliyordum, yerden doğrulup üzerine yüklendim. Ben yüklendikçe vücudu ile hızlı hamleler yapıp darbelerimden kaçmaya çalışıyordu ancak tek bir hatasında darbeyi yemesi bir oldu. Hızlı bir şekilde sırtını duvara çarptı, kaçabileceği bir yeri olmadığını biliyordu ve boynuna savrulduğumda kendime doğru çekip kafasını sertçe duvara vurdum. Duvardaki çatlama sesi içimi kötü yapmıştı ancak duramazdım, aynı haraketi tekrar yaptığımda sivri dişlerinin arasından çıkan kanlar dudaklarından akmaya başlamıştı. Boynunu bıraktığımda yerde haraketsiz şekilde oturduğunu görmüştüm, yaşıyordu ancak kafasını dahi oynatamıyordu. Şoka girdiğini biliyordum, bitirmeliydim ve pençelerimi temizleyip boğazına doğru yaklaştırdım. Son bir darbeden sonra bu tat benim olacaktı, yaptım. Pençelerimi sonuna kadar boğazına batırdım ve sertçe çekerek boğazını kestim. Oluk oluk kanlar nemli toprağa akıyor ve rengini değiştiriyordu. Nefesimi toplayıp doğrulduğumda ise arkamda parlayan iki çift gözü görebilmiştim. Kırmızı parlıyordu ancak bizimkilerden çok daha katı şekilde. Karanlığa doğru ilerledim ve tekrar baktığımda karşımda duran iri yapılı birisi suratıma bakıyordu.
Jem: Evet evlat, hünerlerini gösterdin.
Mark: Sen kimsin?
Jem: Jem olarak seslenirler, duydun mu bu ismi?
Mark: Je-.. Evet! Sivri diş sürüsünün liderisin.
Jem: Evet, ablanı ben dönüştürdüm ve sende öldürüp güçlendin.
Mark: Bunu neden yaptın?
Jem: Güçlü olmak her insanın hayalidir Mark, bunu ikimizde biliyoruz. Ölümsüz olmak isteriz, yenilmemek, kaybetmemek, kazanmak! Bunlar tüm insanın hayalidir ancak bunu çok az kişi başarır. Umarım anlatabilmişimdir.
Mark: Sen ölümsüz ve yenilmez değilsin. Korkaksın, sadece korkak.
Jem: Haddini aşıyorsun çocuk! Önümde diz çök ve bana katıl canını ve aileni bağışlarım.
Mark: *gülümsedi* Bağışlamak mı? Pekâla şunu şöyle düzeltelim, yavlarsan dahi canını bağışlamayacağım.
Jem: Yakında görüşeceğiz "Mark!"
Jem bir anda ortadan kaybolmuş ve karanlığa ilerlemişti, arkasından sadece bakabilmiştim ve tam arkamda Megan'ın cansız bedeni yatıyordu. Son defa Megan'a baktığımda gülümsediğini görebilmiştim, sanırım mutlu olmuş ve bu hayattan kurtulmuştu. Onu bu şekil bırakamazdım, bunu yapazdım. Yanına yaklaşıp kucakladım ve kana bulanmış suratımı tişörtümün kol kısmı ile silip ormana ilerlemeye başladım. Büyük bir ağacın yanına geldiğimde Megan'ı yavaşça toprağa yatırdım ve sivri pençelerim ile toprağı hızlı şekilde kazmaya başladım. Büyük bir çukura ulaşmıştım, Megan'ı içeriye doğru çekip üzerini toprak ile kapattığımda içimdeki acı yavaşlamıştı ancak kardeşimi bu şekilde görmek gözyaşlarımı serbest bırakmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Science FictionKanımda dolaşan bu gücü hissediyorum, evet. Bazen öyle bir acı hissi yaşıyorum ki kafamı yerinden ayırıp atasim geliyor fakat bunu beni düşünenler adına yapmamalıyım.