Evime doğru baktığımda iki polis arabasını görmem göz bebeklerimi büyütmüştü ancak kımıldayamıyordum, ellerim ile Lovie'nın omuzlarından tutup karşıma aldım ve "Neler oluyor?" diyebildim. Benim bildiğimi sandığını düşündüm, çünkü suratımda ki ifade donuk ve korkunç şekilde gözüküyordu kirli dükkan camlarından bunu görebilmiştim.
Lovie; Bilmiyor musun?
Mark; Neyi bilmiyor muyum? Lovie, söyle!
Lovie; Meg-.. Megan, hayatını kaybetmiş üzgünüm Mark.
Dünyam başıma yıkılmıştı, ablam benim ablam öldü mü? Gözyaşlarımı tutamamıştım, ağlıyordum ve dizlerim titriyordu yürüyecek halim yoktu peki nasıl olmuştu? Evime doğru yürüdüğümde Anne ve Babamı evimizin bahçesinde ağarlarken gördüm ve Annemin çığlıkları kalbimi parçalıyordu, tek görebildiğim onlardı başkaları değil. Garry'in kokusunu hissettim, sarılmak istemişti ancak omuzumu çevirerek yanından geçip evime doğru yürüyordum. Gözyaşlarım hiç olmadığı kadar hızlı akıyordu yürmem o kadar çok değişmişti ki her an yere düşüp bayılacakmış gibi gözüküyordum. Evimin önüne geldiğimde dizlerimin üzerine yıkılmıştım, ağlıyordum bağırıyordum. Ailem beni sakinleştirmek için yanıma gelmişti fakat nafileydi o kadar çok ağlıyordum ki tüm çığlıklarım mahalleyi ayağa kaldırmıştı. Kükremek istiyordum, burada olmazdı herkesi tehlikeye atamazdım. Bana sarılan kolları hissedebiliyordum, nasıl olduğunu öğrenmek istiyordum kim yapmıştı. Polise doğru baktığımda gözlerini benden kaçırıyordu, burnumu çekip göz yaşlarımı silip yığıldığım yerden kalktım ve polise doğru yaklaştım, "Kim yaptı, nasıl olmuş?" dedim hırçın birşekilde. Kafasını sağ tarafa doğru çevirmiş gözyaşlarını saklamak istiyordu, yakın aile dostumuzdu şerif Brandon. "Hayvan saldırısı, şehirin dışında." Gözlerim faltaşı gibi büyümüştü, kimseyi dinlemeden koşmaya başlamıştım patikaya doğru koşuyordum. Hayvan saldırısı öyle mi? Burada tek yırtıcı hayvanlar bizdik, biz! Ağlamam kesilmişti, gözlerim tekrardan parlamıştı ve sinirden pişmanlıktan uzamış tırnaklarımı avucuma batırarak sakinleşmeye çalışıyordum. Patikanın önüne geldiğimde kapıyı sert bir şekilde açarak içeriye girdim. Corey yarı bayın halde bana bakıyordu, Diana ve Donald'da öyle. Ağlıyordum, yüksek bir seste kükredim. Camların titrediğini, merdivenlerin sesten gıcırdadığını duyabiliyordum. Yüksek seste kükremiştim, evdeki herkes kulaklarını kapatmıştı Corey ise yüzüne acı bir ifade takıp yüzünü ekşitmişti. Kükremem bittiğinde yere serilip bunların birer rüya olmasını diledim, sadece rüya. Bu defa hiç alışmadığım iki kol beni yerden kaldırıp sarılmıştı, bunun Diana olduğunu farkettim hiç bu kadar yakın olmamıştık fakat istemsiz olarak bende sarılmıştım. Kafamı boynuna dayayarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım, onlanları biliyorlardı. Bu savaşa hiç girmeyip Corey'ın sözünü dinlemeliydim diye düşündüm. Hızlı bir şekilde Diana'nın ellerinde kurtulup Corey'a doğru koştum ve dizlerimin üzerine çökerek tiz bir ses ile konuşmaya başladım.
Mark; Co-.. Kim yaptı?
Corey; Beni hiç kurtarmamalıydın Mark, ablan yaşıyor olacaktı.
Mark; Onlar yaptı değil mi? O mahluklar yaptı, tanrım!
Corey; Üzgünüm evlat, koruyamadım sizi.
Mark; Megan gitti mi yani? Artık kavga edeceğim bir kardeşim yok mu? Eve girdiğimde bana gülümseyen birisi olmayacak mı? Lanet olsun!
Bu sırada kapının açıldığını işitmiştik, içeride Garry'ı görmüştüm. Garry şaşkın gözler ile bana bakıyordu belli ki beni buraya kadar takip etmişti. Yanıma gelmeye çalışıyordu, olduğum yerden kalkıp hızlı bir şekilde sarılmıştım ağlamam iki katına çıkmıştı. Garry'da ağlıyordu, hissedebiliyordum. Sakin olmamı söylüyordu fakat nafileydi burnumdan soluyordum o mahlukları yakarak öldürmek istiyordum hatta çiğ çiğ yemek istiyordum. Hatırlamıyorum işte gözlerimi açtığımda yatağımda yatarak buldum kendimi, eve hükmeden bir sessizlik vardı kimse konuşmuyor televizyonun sesi gelmiyor. Ayak seslerini duyamıyordum, Megan'ın odasından gelen müzik sesi artık beni rahatsız etmiyordu. Bunların bir rüya olduğunu düşünmek istedim ancak kapıyı açtığımda evin alt kısmında onlarca kişiyi görebildim. Kimse konuşmuyordu, okuldan Megan'ın arkadaşları yakın aile dostlarımız ve komşularımız akın etmişti evimize fakat kimse konuşmuyordu. Üzerimdeki çamur izleri ile kaplanmış kıyafetlerim ile merdivenleri hafif hafif inmeye başlamıştım. Herkesin bakışlarını üzerime toplamıştım, ağlamıyordum soğuk kanlılık ile aralarından sıyrılıp mutfağa ulaşmıştım. Sağ elini enseme götürerek gerildim, dolaba uzandım ve bir şişe suyu alarak dolabı kapattım. Annemin sarılmak istediğini gördüğümde içimde bir kıyamet kopmuştu fakat bu halimi bozamazdım. Anlamsız şekilde mutfaktan uzaklaştım ve tekrar odama doğru çıkmaya başladım. Arkamda ki ayak sesleri ile irkilmiştim, sanki o mahlukların sesi kulağımda çınlıyordu arkamdan onlardan birinin geldiğini düşündüm tedirgin olmuştum. Arkamı döndüğümde elim ile birinin boğazına sarıldım ve kaldırmaya başladım. Gözlerim yaşarmıştı, kafamı sertçe salladığımda karşımda duran kişinin Lovie olduğunu görmüştüm. Yavaşça tekrar ayaklarını yere basmasını sağladım, gözümden akan bir yaş ile arkama dönüp odama girdim, sevdiğim birine bunu nasıl yapabilirdim? Deliriyordum, evet kesinlikle deliriyordum. Kırılan camımın önüne geldim ve muşambayı yırtıp kenara attım, derin bir nefes alarak dışarıya bakıyordum. Sabah olmuştu, sokaktaki sesleri artık duyamıyordum kapımızın önünde yüzlerce araba vardı ve insanlar elindeki kadehlerini dudak hizasına yönelterek şaraplarını içip kendi aralarında tartışıyorlardı. Herkesi öldürmek istiyordum, önüme çıkan herkesi. Kapı açıldığında tekrar tedirgin olup hızlı bir şekilde arkamı dönmüştüm, karşımda Lovie'yı görmüştüm. Sarı saçları ve kızarmış boynu ile yanıma yaklaşıyordu, ağlıyordu. Sadece "Üzgünüm, özür dilerim" diyebildim. Biraz önce yaptığımı resmen unutmuştu, yanıma gelip belime sarıldı ve kafasını göğüsüme dayayarak- "Sorun değil, yanındayım" demişti. İçimde kaybolan ruhum sonunda bir ışık bulmuş gibiydi, ellerim titremeyi bırakmıştı ve Lovie'nın kokusunu iyice içime çekiyordum. Garry odaya girip bizi gördüğünde kafasını eğdi ve yavaş adımlar ile yanımıza doğru yaklaşıyordu. Lovie doğrulmuş ve önümden çekilmişti artık Garry ile karşı karşıyaydık. İkimizde konuşamıyorduk ilk başlarda sadece nefes alıp verişimizi duyabiliyorduk, sarılmıştım Garry'a tıpkı Megan'a sarıldığım gibi. Garry benim kardeşim gibiydi, hiç bulunmayan ikinci kardeşim. Ağlamıyordum bu defa sinirliydim, bir birimizden ayrıldığımızda kendimi yatağa bıraktım. Lovie bize içecek birşeyler getirmek için aşağıya indiğinde Garry ilk cümleyi kurmuştu.
Garry; Neler oldu Mark?
Mark; O sürü ile karşılaştım, sana anlattığım sürü. Onlardan güçlüydüm ve o kulübede herkesi kurtarmış oldum ancak beni öğrendiler ve en yakınlarımdan birine zarar verdiler, Megan!
Garry; Lanet-.. Lanet olsun, tanrım. Sakin ol Mark çözeceğiz tamam mı? Yanındayım kardeşim.
Mark; Evet , çözeceğim.
Cümlemi tamamladıktan sonra dik bir şekilde Garry'a doğru bakmıştım, gözlerimin tekrar mavi parıldadığını hissetmiştim ve Garry gerçekten tedirgin gözüküyordu ancak Lovie içeriye girdiğinde tekrar eski pozisyonuma dönmüştüm. Uzattığı bardağı kavradım ve cenazeyi beklemeye başladım, başladık. Mezarlıktaydık sonunda, herkes bir tabutun başına toplanmış konuşma yapıyordu, peder dualar okuyup tanrı ile ilgili cümleler kuruyordu. Gözyaşlarımı içimde tutuyordum bu defa güçlü olmalıydım çünkü herkes bizi izliyordu. Corey dahi cenazeye katılmış uzaktan izliyordu, sanırım birşey yapacağımı düşünüp kontrolü eline almak için gelmişti. Önümde duran siyah tabutu bir çukura yerleştirdiler, içerisinde kimin olduğu aklıma geldiğinde kalbim duruyordu hissediyordum. Üzerini toprak ile kapattıklarında gözyaşlarımı tutamamıştım, bu sefer yapamamıştım. İçimden pişmanlık yerine nefret, kin, intikam cümleleri geçiyordu. Cenaze bitmişti ancak mezarlıktan çıkamamıştım, ailem dahi bana karışamamıştı sadece oturuyordum. Bir mezar taşının başında oturuyordum, taşta ablamın resmini görüyordum ve çok güzel gülümsüyordu. Ellerim ile resmi okşuyor boş boş konuşuyordum, eskilerden bahsedip gülümsüyordum. Takım elbisem kirlenmişti, çamurlar ayakkabılarımı kaplamıştı ve göz yaşlarım yanaklarımı sıyırıp toprağa düşüyordu. Yavaşça kalkabildim yerden, elimi mezar taşına götürüp titreyen sesim ile kısık bir cümle kurabildim-; "Tekrar görüşürüz kardeşim! Seni seviyorum, iyi uykular" Ceketimin ön düğmelerini açıp yürümeye başladım, mezarlığı arkamda bırakmıştım fakat tehlike daha yeni başlıyordu bunu hissedebiliyordum peki sıra kimdeydi? Tek bildiğim şey artık birini kaybetmeyecektim, onlar kaybedecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Science FictionKanımda dolaşan bu gücü hissediyorum, evet. Bazen öyle bir acı hissi yaşıyorum ki kafamı yerinden ayırıp atasim geliyor fakat bunu beni düşünenler adına yapmamalıyım.