Güneş sonunda doğuyordu, Archie ve Corey ile yollarımızı ayırmış evimize yürüyorduk. Tek başıma vücudum titriyor ve ardığım darbelerin geçmesini bekliyordum. Güneş yavaş yavaş doğumunu sürdürürken rüzgar hafifliyor ve uğultusunu yeni uyanan serçelere bırakıyordu. Evimin önüne geldiğimde tıpkı normal bir genç gibi kapıyı açıp içeriye girdim ve sessiz adımlarımı merdivenlere yönelttim. Yatağıma ulaştığımda gözlerim aniden kararmıştı, vücudum resmen uyuşmuş ve kendini uykuya bırakmıştı. Yorgunluğumu henüz atamamışken duyduğum bir ses tekrar gözlerimi açmama yardım etmişti, gözlerimi ovalayarak baktığımda karşımda duran kişinin Lovie olduğunu gördüm. Mavi gözleri ile suratıma bakıyor, gülümsüyor ve sarı saçlarının uçları ile oynayıp bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Yatağımdan kalktığımda tam karşısına geçtim, konuşurken kekeleyeceğimi biliyordum çünkü uzun süredir konuşmuyor ve sarılmıyorduk. İçimde ne kadar sinir biriksede, suratına bağırıp defolup gitmesini söyleyemiyordum sevgi içimi kapsamıştı.
-M-.. şey-.. Dün olanlar hakkında konuşmak istedim.
-Seni dinliyorum Lovie?
-Yani-.. o çocuk ile aramda bir şey yok bunu bilmeni istiyorum ve ben hala seni seviyorum.
-Öyle mi? Seviyorsun, güzel. Sabahın ilk saatlerinde buraya geliyor ve bunu suratıma söylüyorsun iyi özgüvenin var doğrusu.
-Pekâla, anladım. Rahatsız ettim, görüşürüz.
-Hey, hey dur! Şaka yapıyordum, gel buraya!
Kollarımı iki yana açtığımda Lovie'nın asık suratı tekrar kendini mutluluğa vermiş ve kollarımın arasına girerek bana sarılmıştı. Kokusunu tekrar içimde hissetmek, sıcaklığını ellerimde hissetmek ve gözlerine bakıp onu sevdiğimi söylemek gerçekten büyük özlemin gidericisi olmuştu. Kımıldamadan birbirimize sarılıyor, konuşmuyorduk. Kapının ani şekilde açılması ile birbirimizden koptuk ve sese doğru yöneldik, Annem ise tam karşımda duruyor, alaycı gülümsemesi ile adeta tepkimizi görmek için bekliyordu.
-Anne, geliyoruz!
-Tamam çocuklar, geç kalmayın!
Kapıyı kapatıp gittiğinde, nefesimi ilk defa utancımdan çekmemiş ve rahat şekilde Lovie'ya doğru bakıyordum. Lovie ise kızarmış yanaklarını benden saklamak için kafasını başka yöne çeviriyor, gözlerime bakamıyordu. Tek yapmak istediğim dudağına kocaman bir öpücük kondurup rahatlatmaktı ve yaptım. Sesli biçimde öperek, gülmesini sağladım ve elini tutarak mutfağa doğru inmeye başladık. Masaya geldiğimde ailem Lovie'ya tıpkı aileden gibi davranıp önüne yiyecekler koyuyor, onunla sohbet ediyor ve dertlerini dinlemek için her zaman burada olduklarını belirtiyordu. Güzel sohbet olduğunu biliyordum ancak kafamı sürüden başka bir şeye veremiyordum, her şey başlamıştı ve birisinin ölümü ile sonlanacaktı. Yemeyi yiyemediğimin farkında değildim, Lovie'nın dürtmesi ile kaşığı bıraktım ve tekrar saf hayatıma dönüş yaptım. Kaşlarımı kaldırdım, gülümsedim ve "Ah-.. aç değilim sınavıma takıldım sanırım gitmeliyiz, değil mi Lovie?" Lovie kafasını şaşkın bir şekilde olumlu yönde salladığında ilk işim evin kapısını açıp dışarıya çıkmak oldu. Elimi tutuyordu, sıkıyordu ve bir şeyler söylememi bekliyordu ancak ne söyleyebilirdim ki? Her şeyin tekrar başladığını mı? Yoksa-.. birisinin öldüğünü mü? Gözlerimi avuşturup, kafamı güneşe doğru kaldırdım. Gözlerimi açamıyordum, hem acıyordu hemde bulanıyordu. Kapşonumu kapatarak, Lovie'nın omuzundan kavradım ve sarılarak sıcak vuran kaldırımda yürümeye başladım. Okulun önüne geldiğimizde, insanların çok mutlu olduklarını daha iyi anlayabiliyordum. Sanırım kasabada ki tek sorunlu kişi bendim, kendimi tıpkı deli gibi hissediyor ve dışlandığımı düşünüyordum. Elimi tekrar sıkan Lovie beni düşüncelerimden avutmuştu, gülümsedim ve önüme döndüğümde Garry'nın koşar adımlar ile yanıma geldiğini gördüm. Lovie'nın elini bırakmak gibi bir durumum yoktu ancak Lovie elini çektiğinde Garry'a sıkıca sarılabildim.
-Kardeşim nasılsın? İyi misin? Bak-.. akşam ne.
Sözünü bitiremeden öksürerek bölmüştüm, bakışlarım ile Lovie'yı işaret ettim ancak bunu farketmemesi gerektiği için oldukça tedbirli davranıyordum. Garry gülümsedi ve omuzumu kavrayarak okula doğru çekmeye başladı. Lovie'nın elini tekrar kavramıştım, içeriye girdiğimizde neredeyse bütün salon konuşmasını bitirip bana dönmüş ve alkışlar eşliğinde "İyi şanslar Mark!" diye bağırıyorlardı. Ne olduğunun farkında dahi değildim, şaşkın bakışlarım ve aptal gülüşüm ile sadece etrafa bakıyor ve kafamı anlamsızca sallıyordum. Garry kulağıma yaklaşıp bir şeyler fısıldadığında gözlerim faltaşı gibi açılmıştı.
-Mark, koç top tutucu sakatlandığı için seni ilk maça çıkartacak ve kaptan olarak oynayacaksın!
-Ne?!
Bağırmıştım, sesim tüm koridorda yankılanmıştı ancak bu anı mahfetmek istemedim. İnsanlar ilk defa bana saygılı gözler ile bakıp alkışlıyordu,kendimi havaya iyice kaptırmıştım ancak bundan Lovie pek hoş değildi, sert bakışlarından bunu anlayabiliyordum. Sınıfıma yöneldiğimde ise uzun saçları olan ve tıpkı bir rock starlarına benzeyen karizmatik öğretmenimiz Bay Sheender önümü kesmiş ve omuzumdan kavrayarak;
-Mark, nereye gidiyorsun?
-Derse efendim, dersiniz var.
-Hayır Mark, antreman için sana kağıt gelmedi mi? Koç bu kağıdı bana verdi, izinlisin şimdi ayaklarını topla ve akşam ki maç için kendini güçlendir!
Lovie elimi bırakıp, kaşlarını çattığında kafamı anlamsızca sallayabilmiştim. Herkesi geride bırakarak maç sahasına doğru koşmaya başladım. Okulun arka bahçesine ulaştığımda sahanın içine yöneldim, merdivenleren inerek koçun odasına ulaştım. Koç suratıma bakarak, gülümsedi ve kaşlarını çatarak elindeki kaskı kucağıma yapıştırdı. "Kaldır koca kıçını Mark! demesi ve eliyle kendi dolabımı göstermesi özgüvenimi iki katına çıkartmıştı, koşar adımlar ile dolabımı açtığımda hiç giyemediğim korumalıklarım ve formam tam önümde duruyordu. Korumalıkları ve formayı sırası ile üzerime geçirip kaskımı taktığımda, kramponlarım ile kaygan merdivenlerden çıkmaya başladım. Ayna karşısından geçerken numaramı görmüştüm, formamın üzerinde "15" numarayı okuduğumda gülümsemiştim.Yeşil zemine ulaştığımda, neredeyse bütün takım suratıma şaşkın bakışlar ile bakıyor ve kendi aralarında fısıldıyorlardı. Kafamı istemsizce salladım ve sahada yerimi alarak takım kurucunun söylediklerini dinlemeye başladım, oyun planını anlattığında yerimi aldım. "Mavi 12-13 AT!" Top fırlatıcıya ulaştığında, tüm hızım ile sayı çizgisine doğru koşmaya başlamıştım. Arkamı dönemiyordum çünkü arkamda üzerime koşan yapılı adamları görmek istemiyordum. Topun çıkartığı ses kulağımda yankılanmıştı, arkama döndüğümde gökyüzünden tıpkı bir ok gibi gelen topu görmem bir oldu. İleriye çıkmalıydım, yetişmeliydim bana ihtiyaçları vardı! Bana doğru koşan adamlara bir adım daha yaklaştım ve kendim dahi inanamayacağım boyutta zıplayarak topu kavradım, koşmalıydım. Çizgiye doğru süratli şekilde koşarak arkamda koşanları geride bıraktım ve sayıya ulaştım. Antremanda ki oyuncular kasklarını çıkartmış ve bana doğru geliyorlardı, korkmuştum ilk defa normal birilerinden korkmuştum. Omuzuma, kaskıma ve kalçama vurarak sevinç çığlıkları atmaya başlamışlardı. Koçun bana doğru yaklaştığını gördüğümde, kaskımı çıkarttım ve gülümseyerek yanına yaklaşmaya başladım.
-Mark! Güzel evlat, biraz daha antreman ve maça hazırsın! Sakatlanmamaya dikkat et, devam!
-Sağ ol koç!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Science FictionKanımda dolaşan bu gücü hissediyorum, evet. Bazen öyle bir acı hissi yaşıyorum ki kafamı yerinden ayırıp atasim geliyor fakat bunu beni düşünenler adına yapmamalıyım.