Gözlerimi açtığımda akşamdan kaldığımı anlamıştım, üzerimde maçtan kalan yorgunluk vardı ve başım hiç olmadığı kadar ağrıyordu. Yerimden kalkıp doğrulduğumda acının vücudum kendine geldiği için yavaş yavaş geçtiğini anlayabilmiştim, rahatlayarak yıpranmış ve terli kıyafetlerimi çıkartıp yenilerini üzerime geçirdim. Alt kata indiğimde ailem beni gayet hevesli şekilde karşılamıştı, başım ile selam verip kendimi dışarıya bıraktım. Okul tatil olduğu için etrafta oynayan çocuklar artmıştı, yoldan geçen tanımadığım insanlar dahi bana selam verip maç için kutluyordu. Adımlarımı hızlatmanın zamanı gelmişti, içimde hala huzursuzluk geziyordu ve gözlerimi her kapadığım an Megan'ın gülüşünü görüyordum. Ellerimi temiz pantonluma sokup Lovie'nın evinin merdivenlerinden tırmandım ve kapıyı yavaşça tıklatarak açılmasını bekledim, kapı gıcırtı ile açıldığında karşımda annesini görmüştüm ve gülümseyerek selam verdim.
- Merhaba efendim, nasılsınız?
- Ah, iyiyim Mark sen nasılsın?
- İyiyim efendim, teşekkür ederim. Lovie ile biraz dolaşacaktık onu almaya geldim yani bir mahsuru yok ise.
- Ah, yok ne mahsuru. Lovie, Mark geldi hayatım!
Lovie giydiği kısa ve şık elbise ile odasının merdivenlerinden seke seke geliyordu, tam önüme geldiğinde ışıldıyan gözlerine dalmış ve kurtulmaya çalışıyordum.
- Hoşgeldin Mark!
- Hoş-.. hoş-. hoşbulduk Lovie.
- Ayakkabılarımı alıp geliyorum, bekle lütfen.
Lovie arkasını döndüğünde nefesimi hızla toplayıp annesine samimi bir gülüş atmıştım, Lovie tekrar şık ayakkabıları ile karşıma geçmiş ve ailesine al sallayarak koluma girmişti. Yüzüm gerçekten kızarmıştı, ben dahi hissedebiliyordum. Güneş tam üzerimize vuruyordu, sarı saçları güneş altında daha çok parlıyordu ve göz bebeklerimi küçültüyordu.
- Mark! Nereye götürüyorsun bakalım beni?
- Sen nereye gitmek istiyorsun sevgilim?
- Hı-.. bence bir şeyler yemeliyiz!
- Ne gibi?
- Ya, işte bilmiyorum! Onuda sen düşün, hepsini bana bırakıyorsun.
Kafamı sallayarak gülümsemiştim, kolunu çekmesini hiç istemiyordum ve ağır adımlarımızı kasabanın dışında bulunan bir kafeye doğru yöneltmiştik. Etrafa bakıyorduk, çocukları kaşlarımız ile gösterip gülüyorduk ve bazen birbirimizi yol ortasından öpüp saçlarımızı kokluyorduk. Tam olarak durduğumuzda kafenin önüne geldiğimizi anlamıştık ve kasabadan bi' hayli uzak olduğumuzuda. Kafe ağaçların arasında olduğu için hoş bir manzara sağlıyordu ve camdan bakıldığında arka tarafta ki göl insanların huzurunun getirmesini sağlıyordu. İçeriye girdiğimizde henüz kalabalık olmadığını anlamış ve rahatlamıştık, bir masaya geçtik ve önümüzdeki menülere göz gezdirerek başımızda duran garson'a yemek istediğimiz siparişleri verip işine dönmesini sağlamıştık.
- Nasıl, beğendin mi?
- Evet canım, çok beğendim Mark!
- Burayı gerçekten çok seviyorum, sen hiç gelmiş miydin?
- Hayır, ilk defa geliyorum ve böyle bir yerin olduğunuda bilmiyordum.
- Şu gölde eski insanlar yüzüyormuş, bize öyle anlattılar yani.
- Hadi ya? İyiymiş!
Siparişlerimiz bir tepside önümüze gelmişti ve sırası ile kadını gülümseyerek karşılaşmıştık, ilk işimiz hamburger ekmeklerine sarılıp büyük ısırıklar alıp çiğnemek olmuştu. Ağızımız dolu şekilde sırıtıyorduk ve ne kadar güzel olduğunu kafamız ile yaptığımız haraketler sonucunda birbirimize anlatmaya çalışıyorduk. Karnımızın doyduğunu ağrıdan hissetmiştik ve bardak içinde bulunan içeceklerimizden son yudumlarımızı alıp kalkmaya hazırlanmıştık, parayı defterin arasına sıkıştırmış tekrar bir patika yolda kasabaya doğru ilerlemeye başlamıştık.
- Şey. Mark! Şu göle gidebilir miyiz?
- Neden?
- Yani böyle yerleri seviyorum, sessiz işte baş başa oluruz olmaz mı?
- Olur tabii, gel bu taraftan!
Lovie'nın elini tutmuş ve ufak bir yamaçtan koşmaya başlamıştım, takıldığımız dalları ezerek gölün yanına ulaşmıştık ve kasabada duyduğumuz sesler yerini kuş seslerine bırakmıştı. Lovie belime sertçe sarıldığında içimin daha çok rahatladığını hissetmiştim, soğuk ellerim ile karşılık vermiştim ve bu anın bitmemesi için tanrıya dua etmeye başlamıştım. Bir anlığına her şey bozulmuştu sanki ve başka bir dünyaya gitmiştim, içimdeki huzursuzluk iki kat artmıştı ve birisinin bizi izlediğini anlayabiliyordum. Arkama döndüğümde tam karşımda bir ağacın yanına oturmuş Megan'ı görebilmiştim, Lovie ise önce suratıma daha sonra Megan'a bakıyor ve elimi iyice sıkıyordu. Megan yerinden doğrulduğu anda Lovie'yı arkama almıştım ve göğüsümü kabartarak kaşlarımı çatmıştım.
- Vay, vay! Küçük kardeşim, kız arkadaşı ile yalnız kalmak için buralara getiriyor ne büyük incelik ama!
- Ne istiyorsun Megan?
- Ne istediğimi biliyorsun Mark, bize katılmanı.
- Böyle bir şeyin olmayacağını en iyi sen biliyorsun, şimdi defol!
- Beni mi kovuyorsun? Haddini bil küçük kardeşim, kız arkadaşını öldürmek istemiyorum.
- Ona bir şey olursa dünyada yaşayabileceğin en kötü ölümü yaşarsın Megan, anladın mı?
- Beni tehtid mi ediyorsun? Aa-.. dur bir dakika aklıma şu yerde yatan kız geldi. Neydi onun ismi?
- Dian-..
- Evet Mark, Diana! Güçsüzdü ve öldü, sanırım Garry'nın başınada aynıları gelecek küçük kardeşim.
- Megan, bunu hemen burada bitirelim ne dersin? Sadece ikimiz, başka birisi yok.
Megan yerinden kalktığında Lovie'nın elinden tuttum ve koşması için patika yolunu işaret ettim ancak bana bakıyor ve gitmemek için direniyordu adeta. Gözlerimin parıldamasına izin vermiştim ve yüksek ses bir tonu ile gitmesini tekrarlamıştım, korkmuştu ve gösterdiğim patika yolundan tırmanmaya başlamıştı. Önüme döndüğümde Megan dönüşümünü çoktan sağlamıştı ve sivri dişleri ile üzerime geliyordu, elimi bir anlığına açtığımda pençelerimin çıkmasına izin vermiştim ve hırıltılı nefesimi doğaya salmıştım. Karşı karşıya geldiğimizde birbirimize nefret dolu bakışlarımız ile bakıyor ve boğazlarımızı parçalamak için ağır adımlar ile yaklaşıyorduk. Ön yağımdan destek alarak üzerine koşmaya başlamıştım, etrafa saçılan yapraklar arasından birbirimize koşuyorduk. Çok geçmeden boğazından kavrayıp yere vurmuştum, çıkarttığı garip ses ile pençelerimi göğüsüne savurmaya başlamıştım. Karşılık alamayacak kadar hızlıydım ancak sırtımda bir diz darbesi ile öne doğru savruldum ve omuzumdan destek alarak düşüşümü yavaşlatıp tekrar ayağa kalktım. Arkamı döndüğümde göğüsünden oluk oluk kan akan kız kardeşim tekrar üzerime çullanmıştı ve bu defa suratıma savurduğu pençelerden yaralanmamı istiyordu. Ellerim ile suratımı siper etmiştim ancak bu defa göğüsümde hissettiğim acılar eşliğinde bağırmaya başlamıştım, vücudumu sert bir şekilde yana çevirdiğimde bu defa Megan'ın üstündeydim ve pençelerimi hızla göğüsüne sokarak kalbini parçalamak için haraket ettirmeye başlamıştım. Hiç olmadığı kadar bağırıyor ve kırmızı gözler ile benden adeta af diliyordu. Yapmalıydım, bunu yapacağımı düşünüyordum ve tekrar pençelerimi geri çekerek boğazına doğru savurmaya kalkmıştım ancak ensemden kavrayan güçlü bir el beni olduğum yerden uzak bir yere fırlatmıştı. Ayağa kalktığımda Archie ile dövüşen kişi tam karşımda duruyordu ve kırmızı gözleri gitmem için uyarıyordu, savaşmaya hazırdım. Göğüsümü kabartıp acılar eşliğinde tekrar üzerlerine yürüyordum ki iri adam Megan'ı kucakladı ve hızla ormanın içine doğru koşmaya başladı, korktuklarını ve çaresiz olduklarını hissetmiştim. Kendimi tekrar dizlerimin üzerine bıraktım ve göğüsümdeki acının geçmesini beklemeye başlamıştım, nefesim hızlı olduğundan göğüsüm hızla şişip iniyordu ve yaranın daha çok kanamasını sağlıyordu. Kafam tam olarak yere bakıyordu, gölden çıkan su sesleri kulağımda yankılanıyordu ve vücudumun uyuşmasını sağlıyordu. Patika yolundan gelen dalın kırılma sesi ile irkilmiştim ve sesin geldiği yöne doğru baktığımda titrek adımlarını bana yönelten Lovie'yi görmüştüm, doğrulmaya çalışıyordum ancak yaralarım buna izin vermiyordu. Lovie sıcak elleri ile tenime temas ettiğinde vücudumu tam olarak ona bırakmıştım, başımı dizine koyup bu acının geçmesini bekliyordum ve beklentilerim hiç olmadığı kadar hızlı gerçekleşiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Science FictionKanımda dolaşan bu gücü hissediyorum, evet. Bazen öyle bir acı hissi yaşıyorum ki kafamı yerinden ayırıp atasim geliyor fakat bunu beni düşünenler adına yapmamalıyım.