Yaklaşık bu kasabada geçirdiğim dördüncü günüm oldu, hava gittikçe kararıyor ancak beladan uzak durmak içimi rahatlatıyor. Eski bir televziyon karşısına oturmuş saçma haberleri izleyip iç geçiriyorum, elimde bir pet şişeye dolu su ve diğer elimde paket içine sıkıştırılmış eski gözüken bir çikolata var. Telefonun çalması ile ikrildim, telefonu elime alıp baktığımda arayanın "Corey" olduğunu gördüm ancak benim numaramı nasıl bulabildi ki?
-Corey?
-Mark, neredesin?
- Söylediğin gibi uzaktayım Corey.
-Geri dönmen gerekiyor, ortalık karıştı ve yardımına ihtiyacımız var.
-Nasıl yani? Ben gidince her şeyin düzeleceğini söylemiştin.
-Haklısın, öyle düşündüm ancak pek düşündüğümüz gibi ilerlemedi kasabada yaşayan çoğu insana zarar verdiler Mark gelmelisin.
Sadece "Pekâla" diyebildim. Telefonu kapatıp gergin tavırlarım ile eşyalarımı eski çantama doldurup kapıyı açıp ilk işim bu eski Motelden çıkmak oldu. Yola koyulmuştum, yavaş yürüdüğümü ve hızlanmam gerektiğini düşünüyordum ki koşmaya başladım. Bu rüzgarlı havada kapşonum ile koşuyor ve suratımın üşümemesi için bir atkı ile kapatmıştım. Yolun uzaklığı içimi daha çok sıkıyordu ve bir tabelanın önünde durmak zorunda kaldım. Yoldan hızla geçen arabalar adeta bir hayaletmişim gibi davranıyor ve neredeyse hiç biri durmuyordu. Sağ elimdeki çantayı yere bırakıp yolun biraz daha ortasına çıktım, elimi kaldırıp beklemeye başladım ve ileriden gelen siyah bir kamyonetin durduğunu gördüm. Çantamı kavrayıp kamyonete bindim ve elli yaşlarının sonlarında bir adam ile karşılaştım. Güler yüzlü olması ve bana iyi davranması güvenimi kazandırmıştı, güzel bir sohbetin ardından yaşadığımız kasabanın girişine gelmiştim. Teşekkürlerimi sunarak arabadan inip karanlık bir orman yolundan koştum ve her şeyin başladığı o patikaya ulaştım. Her şey bıraktığım gibiydi havada ki kan kokusu dahi kaybolmamıştı. Kulübe evine giderek kapıyı açıp içeriye girdim ancak kimse gözükmüyordu, etraf toplanmış hatta duvarlarda bulunan çizik izleri dahi kaybolmuştu. Şaşkın bakışlarım ile etrafa bakıyor ve burasının ne kadar güzel göründüğünü anlamaya çalışıyordum ki-.. omuzumu kavrayan bir el ile irkildim, arkamı döndüğümde karşımda Corey'ı görüp topladığım nefesi tekrar üfledim.
-Mark, geldin demek.
-Neler oluyor Corey?
-Sivri Diş sürüsü kasabaya normal bir aile gibi yerleşti ve her gece bir insana zarar verip güçlenmeye çalışıyorlar. Ne kadar kalabalık olursak bu savaştan o kadar çabuk zafer ile ayrılırız diye düşündüm, tıpkı bir ok gibi. Bir oku ortadan ikiye çok kolay ayırabilirsin ancak onlarca oku ayıramazsın değil mi?
-Evet, haklısın.
Corey'ın anlattıkları çok mantıklı gelmişti ve sadece kafamı sallayıp haklı olduğunu bir kez daha belirtmek istemiştim. Elimi sıkıp gülümsedi ve karşılık verdim, hızlı adımlar ile patikadan çıkıp evimin yoluna koyulmaya başladım. Ağır ve titrek adımlarım ile rüzgarı yararak sokağıma ulaşmıştım, tüm gördüğüm insanlar şaşkın gözler ile suratıma bakıyor ve istemsizce selam veriyorlardı ki-.. sebebini anlamıştım. Bir anda ortadan kaybolan bir gencin tekrar hiçbir şey olmamış gibi geri dönmesi herkesi şaşırtmıştı. Evimin önüne geldiğinde bir hafta geçmesine rağmen ahşap çitlerin bakımsız olduğunu gördüm, eve girip ne söyleyecektim? Kapıyı açarak içeriye girdiğimde yemek masasında oturan ailemi gördüm, iki sandalye eksikti sadece ben ve Megan. Kapının sesi ile irkilip döndüklerinde gözlerinin dolduğunu çok iyi anlayabilmiştim, seri haraketler ile kalkıp yanıma yaklaşmaya başlamışlardı bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Science-FictionKanımda dolaşan bu gücü hissediyorum, evet. Bazen öyle bir acı hissi yaşıyorum ki kafamı yerinden ayırıp atasim geliyor fakat bunu beni düşünenler adına yapmamalıyım.