Tüm günümü Helen'i bıraktıktan sonra uyuyarak geçirebilmiştim, hemen yarın olsun ve tekrar buluşalım diye iç geçiriyor, mutluluktan sonunda uçabiliyordum. Camdan gökyüzünü ve parıldayan yıldızları izliyor, arada Lovie'nın eski evine bakıyor kalbimin rahatlamasını sağlıyordum. Bu şekilde onu aldatmış sayılmazdım değil mi? Sanırım uzun süredir kurduğum düşü ve cesaret edemediğim şeyleri yapmanın zamanıydı, bunu yapmalıydım yoksa içim hiç bir şekilde rahat etmeyecekti. Hava tamamen kararmıştı, saat neredeyse dokuzu gösteriyor ve insanlar esen rüzgar eşliğinde evlerine saklanıyorlardı. Kapşonumu kapatıp, sonunda normal bir insan gibi evin kapısından çıkıp, ıssız bir yola adımlarımı atmaya başlamıştım. Attığım her adım, Helen ve Lovie'nin gülüşünü hatırlatıyordu bana, sakince ilerlemeye çalışıyordum. Islaktı yürüdüğüm zemin, yağmur çoktan yağmaya başlamış ve her damla polarımın üzerine düşüp yavaşça omuzumdan kaldırım taşlarına süzülüyordu. Sonunda gelebilmiştim, gözlerim tekrar yaşlanmaya başlamıştı, mezarlığın kapısında karanlığın içine bakıyor ve girmek için kendime bir cesaret arıyordum, yüklü bir cesaret! Adımımı iç geçirerek attıktan sonra, cesaretimi toplayıp mezar taşlarının arasından Lovie'ya doğru yaklaşmaya başlamıştım. Yaklaştıkça kalbim ilk günki kadar atıyor ve boğazım kurumaya başlıyordu. Bir an onu beni beklediğini görmüştüm, temiz beyaz kıyafeti ile karşımda durduğunu ancak sonrasında tekrar kaybolmuştu. Sonunda mezar taşının önünde durabilmiştim, hıçkırarak ağlamayı bekliyordum ancak dudaklarım buna engel oluyordu, konuşmalıydım. Dizlerimi kırarak çömeldim, elimi mezar taşına götürerek, Lovie'nın fotoğrafı üzerinde işaret parmağımı oynatmaya başlamıştım, adeta gerçekten onun saçları ile oynadığım hissi kaplamıştı içimi. Ürperiyordum, özlemiştim bu yalnızlık duygusu ve özlem duygusunu içine alan yüklü bir duyguydu. Çimlerin ıslaklığı ayakkabımın tabanına vuruyordu, çamur kaplamıştı tüm paçalarımı. Gözümden akan yaşlar toprağa düşüyordu. "Merhaba aşkım!" Duraklamıştım, uzun süredir görmüyordum onu ve uzun süredir ilk defa aşkım diyordum, gerçek aşkım. "Uzun zamandır gelmiyorum, biliyorum ancak cesaret edemedim yüzleşmekten korktum. Sanırım bu akşam gelmem gerekiyordu, yoksa herşey için oldukça geç olacaktı tanıyorsun beni, dayanamam! Neyse, uzun zamandır görüşemiyoruz umarım orada iyisindir, iyisin değil mi? Ben aslında sana bir şey söylemeye geldim, biliyorum hayatıma devam etmemi isterdin ancak uzun zamandır bunu sensiz sürdüremiyorum, sanırım Tanrı bana özel bir oyun oynatıyor ve seyircileri gerçekten acımasız. Kimse bu filme dur demiyor, belki korkuyorlardır tıpkı benim gibi olamaz mı? Çok uzatıyorum lafı, sen anladın sanırım ne demek istediğimi. Yeni birisi ile tanıştım, uzun zamandır ilk defa seninle olduğum kadar mutlu olabildim Lovie, sanki içimde karınca lavraları kendini kelebeklere bıraktı değişik bir his. Sana veda etmeye geldim, sana veda etmeden gidemezdim beni anladığını biliyorum. Sadece, veda etmeye geldim, seni halen seviyorum ve seveceğim. Görüşürüz!" Lafımı bitirmeden hıçkırığa boğulmuştum, belki o gülüyordur diye düşünüp içimi rahatlamaya çalışıyordum ama nafile. Elimi mezar taşından çekerek, titrek adımlarımı çıkışa doğru yöneltmeye başlamıştım. Vücudum gücünü yavaş yavaş kaybediyordu, hissedebiliyordum ve bir adım dahi atsam yığılacak kadar güçsüzdüm tıpkı bir çocuk gibi. Düşündüklerim vücuduma uymuştu, henüz çıkışa yaklaşamadan yığılıp kalmıştım olduğum yerde. Islak çimlere oturmuş, dizlerimi toplamış bir şekilde suratımı ıslatıyordum yağan yağmurda ki ağladığımı Lovie görmemesi için. Sanırım delirmeye başlamıştım, her an arkamdan gelecek, omuzumu kavrayıp dudaklarıma bir buse konduracağını biliyor gibiydim. Yağmur durmamak için direniyordu ve yağmur yağdıkça içimi daha çok dökebiliyordum, suratım soğuktan neredeyse buruşacak haldeydi. Yağmurun huzurlu sesi, ağlamamı saklıyordu ancak çamurun sekme sesini rahatlıkla duyabiliyordum, birisi bana yaklaşıyordu. Lovie olmasına dua ediyordum, tıpkı Megan gibi yaşadığına umut ediyordum. Bir el omuzu kavradı, yavaşça yere oturdu ve sıkıca bana sarıldı, kokusu tıpkı Lovie'nin kullandığı parfüme benziyordu, sıkıca titreyen ellerimi beline dolayarak özlem duygusu ile sarılabildim. Gizemli vücut kendini geriye çektiğinde, Lovie olması için dua ediyordum, oldukça içten bir dua. Helen önümde duruyor, göz yaşlarını toprağa bırakıyor, adeta benim acımı yaşıyordu. Orada neden olduğunu hiç bilmiyordum, garipti. Hayal gördüğüme emindim, burada olamazdı neden burada olsun ki?
- Mark, iyi misin?
Göz yaşlarımı silerek, başımı onaylarcasına salladım.
- Helen, ne işin var burada?
- Sanırım seni takip ettim, özür dilerim gerçekten üzgünüm.
Gözlerine o kadar dalmıştım ki sonunda Lovie ile tanışabilmişti, Lovie'nin onu gördüğüne eminim ve gülümsediğinede. Aniden esen bir rüzgarın fısıltısını sadece ben anlamıştım galiba, Lovie gökyüzünden bir mesaj göndermedi. "Ona iyi bak!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Science FictionKanımda dolaşan bu gücü hissediyorum, evet. Bazen öyle bir acı hissi yaşıyorum ki kafamı yerinden ayırıp atasim geliyor fakat bunu beni düşünenler adına yapmamalıyım.