Lovie'dan destek alarak doğrulduğumda sadece tişörtümde kalan kan izleri mevcuttu, ne bir yara nede ufak bir çizik görebiliyorduk. Ağır adımlar ile patikadan çıkarak kasabaya doğru yürümeye başlamıştık ancak Lovie yaşlı gözleri ile her adımında bana bakıyor ve suratımı inceleyerek iyi olduğuma emin olmaya çalışıyordu. Mavi gözlerine baktığımda ise gözlerini kaçırıyor ve üzüntüsünü belli etmemek için saçma mimiklere başvuruyordu, ancak anlayabiliyordum. Evinin önüne vardığımızda yanağına sesli bir öpücük kondurdum ve gidişini izledim, olaylardan sonra ilk defa bu kadar samimi gülümsemişti. Lovie içeriye girer girmez kaşlarımı kaldırdım ve patika içerisinde ki kulebeye doğru ilerlemeye başladım, kapısına geldiğimde içeriye girdim ve karşımda bana bakan Archie ve Corey ile karşılaştım.
- Mark, sonunda geldin.
- Megan saldırdı, icabına baktım ancak kurtardılar.
- Bizde ondan bahsediyoruz, elimde tuttuğum kağıdı oku al sonra anlarsın.
Elimi uzatıp kağıdı aldım, kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu ve göz hizama kaldırıp okumaya başladığımda "Kasaba dışında eski tren raylarının orada karşılaşmamız gerekiyor, ne diyorsunuz? Kaybeden ölür, kazanan ise yaşar. Bu akşam saat 20:30'da sizi bekliyor olacağız, umarım korkup kaçmazsınız." Kağıdı okuyup oldukça sakin davranıp kafamı sallamaya başlamıştım, Archie ve Corey'in gergin bakışları arasında kağıdı buruşturarak cebime sokuşturdum ve montumun fermuarını çekerek yırtık tişörtümü saklamayı başarmıştım.
- Gidelim, saat yaklaşıyor.
- Mark, kalabalıklar farkında mısın?
- Biliyorum ancak üstesinden geliriz, gitmezsek ortalık daha çok karışacak ve istemeyeceğimiz olaylar olacak. Kurtulalım şu beladan, hadi!
Kendimi tıpkı bir lider gibi hissetmiştim, ağır adımlarımız ile patikadan çıkıp eski gözüken arabaya bindik ve Corey'in yön vermesi ile varacağımız noktaya ilerlemeye başladık. Vardığımızda, dışarıya çıktık ve tam önümüzde duran dört kişiden oluşan grup dikkatimizi çekmişti. Karanlık bulutların altında rayların üzerinde duruyorlardı ve göğüslerini gererek suratımıza bakıyor hafif hırlamalar eşliğinde gülmeye başlamışlardı. Uzun süre birbirimize baktıktan sonra karşı tarafın ilk adımı ile üzerimizdeki montları çıkartıp koşar adımlar ile rüzgara karşı koşmaya başlamıştık, çarpışmak üzere olduğumuzu anladığımızda ise pençelerimizi çıkartıp öldürüseye darbeler savurmaya başlamıştık. Karşımda ormanda gözüken oldukça yapılı ve iri adam duruyor ve neredeyse bütün darbelerimi savuruyordu, yorulmuştum ancak belli etmekten daha çok sinirimi üst kata çıkartmaya çalışıyordum. Göğüsümde hissettiğim baskı ile kendimi metrelerce sürüklenerek düştüğümü hissettim, yerden kalkmaya çalışıyordum ancak tişörtümün tamamının kana bulandığını görmüştüm ve acı yüzüme vuruyordu. Megan'ın çıkarttığı çığlık ile kendime gelmiştim, yerde yatıyor ve ıslak gözleri ile aldığı darbelerin arasında çığlıklar atıyordu. Neredeyse bütün vücudu kanıyordu, ölmek üzere olduğunu kalp atışlarından anlayabiliyordum ve üzerinde bulunan Archie durmadan pençelerini savurmaya devam ediyordu. Tırnaklarımın, göğüsümün hatta gözlerimin dahi vücudumdan fırlayacağını düşünmüştüm, ağır baskılar içerisinde yerden doğruldum içimde hiç hissetmediğim bir güç beynime ve vücuduma yön veriyordu. Hiç olmadığım kadar sesli hırlamaya başlamıştım, sanırım etrafımda çarpışan herkesin dikkatini çekmiştim ve birbirlerine vurmayı bırakıp suratıma bakmaya başlamışlardı. Ters bir şeylerin olduğunu anlıyordum ancak kendime engel olamıyordum, burnum verdiğim nefeslerden yanmaya başlamıştı ve gözlerimin daha değişik gördüğünü anlamıştım. Keskin ve net görebiliyordum, eskisinden çok daha iyi görebiliyordum kısacası. Vücudumu iyice doğrulttum ve yaralarımın hiç olmadığı kadar hızlı iyileşmesi ile birlikte iri adama doğru yürümeye başladım, adımlarımı çok ağır ve sağlam atıyordum ancak karşımdaki düşmanımın pek afallayacağını düşünmemiştim. Gözlerime bakıp şaşkın kırmızı gözleri ile bana bakıyordu, pençemi tam kalp bölgesine doğru soktuğumda ise sesli bir hırıltı ile kendini yere bırakmıştım. Bileğime kadar kana bulanmıştım, pençelerimi geri çektiğimde yerdeki kana bakakalmıştım. Kandan yansımamı çok iyi görebiliyordum ve gözlerimin kırmızı parladığını görmüştüm, inanılmaz şekilde parlıyordu ve kendi içimi dahi ürpertiyordu. Sivri dişlerimi iyice açtım ve Megan'a doğru yürümeye başladım, pençelerimi sallayarak üzerinden akan kanları iyice temizledim ve üzerine çıkarak son hamlemi yapmak üzere işe koyuldum. Oldukça sivri gözüküyorlardı, eskisinden daha sivri ve güçlü. İçimde en ufak bir acıma duygusu dahi kalmamıştım, her şeyin olabildiğince hızlı gitmesini istiyordum ve bana engel olan herkesi öldürmek. Megan dönüşümünü bitirmişti, yaşlı gözler ile suratıma bakıyor ve titrek ses tonu ile af diliyordu. Omuzumu kavrayan bir el beni geriye savurmuştu, pençelerimi yere sürterek doğrulmuştum ve tam karşımda Archie bana bakıyordu, yapmamamı kafasını sallayarak belirtiyordu ancak içimdeki öfkeyi dindiremiyordum. Ağır adımlarımı yerde yatan cesede doğru yöneltmiştim, dizimi karnına bastırdım ve pençelerimi suratına savurmaya başlamıştım. Parçalandığını ve tanınmayacak hale geldiğini görebiliyordum, fırlayan et parçaları etrafa sıçrıyordu ve vücudun kanı artık bitmişti. Yerimden doğrulup yerde yatan Megan ve diğer kişilere çevirip, dişlerimi gösterdim ve sertçe hırlayarak hepsine ufak bir uyarıda bulunmuştum. Pençelerimin, dişlerimin ve yanağımdaki tüyler tekrar yerine girdiklerinde eskiye dönen gözlerim ile kaşlarımı çattım ve adımlarımı arabaya yöneltip içeriye girdim. Kendimi gerçekten enerjik hissediyordum, hiç hissetmediğim kadar enerjik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Science FictionKanımda dolaşan bu gücü hissediyorum, evet. Bazen öyle bir acı hissi yaşıyorum ki kafamı yerinden ayırıp atasim geliyor fakat bunu beni düşünenler adına yapmamalıyım.