Yağmur bardaktan boşalırcasına yıpranmış şemsiyemin üzerine yağıyor, kalın botlarım zemin üzerinde oluşan çatlaklara basıyor ve biriken sular tıpkı bir saçma mermileri gibi etrafa sıçrıyor. Uzaktaydım, evimden dostlarımdan ve ailemden çok uzakta. Yaklaşık iki gündür yürüyorum, otostop çekiyorum ve kafamdan uydurduğum bir mesafe belirleyip iniyorum. Nereye gideceğimi bilmediğim için tabanlarım bana sormadan ilerliyor en garibi ise telefonum iki gündür hiç susmuyor. Mesajlar, cevapsız çağrılar ve görsel mesajlar. Sanırım insanlar kaçırılıp öldüğümü düşünüyor, sınıfımda sıramın üzerinde çiçekler yanan mumlar ve resimler görebiliyordum atılan fotoğraflarda. Güneşin doğmayacağını anlamıştım, bulutların karanlığı saat geçtikçe yollarımı karartıyor ve adımlarımı dahada tedirgin atmama yarıyordu. Yağmurun altından ıslanmış elbiselerim ile bir motelin önüne gelmiştim, yolda bir insan dahi göremiyordum bütün odaların kapıları kapalıydı ve loş ışık içerisinde oturan insanları camdan izleyebiliyordum. Motel biraz eskiydi, yanıp sönen tabelası ve çöplük içinde park yeri vardı. Başka çaremin olmadığını biliyordum, tekin gözükmüyordu ancak tek yapabileceğim burada sabahlamaktı. Kapıyı yavaşça ittirerek lobiye doğru ilerledim, tezgahın arkasında ki kilolu bir kadın bana bakıp gülümsedi ve lafa atıldı.
- Bu saatte burada ne işin var genç adam?
- Kalacak yer arıyordum, burası yoluma çıktı bir oda verir misiniz?
- Veririz vermesine fakat evden falan kaçmadın değil mi? Başımıza bela getirme sonra.
- Bela falan yok emin olabilirsiniz. Kimliğimi buyrun ve hemen bir oda verin üzerim ıslak gördüğünüz gibi.
Kadın kimliği elimden alıp bilgisayarın tuşlarına bastı, bir kağıda kalem ile birşeyler karaladı ve tekrar kimliğimi uzatarak anahtarıda yanına ekledi. Cebimden çıkan $30 doları kadına uzattım ve gülümseyerek anahtarımın üzerinde yazan rakkama baktım. Islaklık yüzünden kayan merdivenlerden sağlam adımlar ile çıktım ve duvardaki yazılara bakmaya başladım, biraz ilerledikten sonra bir kapının önünde durdum ve duvara tekrar bakarak 25 numaralı odanın önünde olduğumu görmüştüm. Anahtarımı hemen kilit yuvasına daldırarak saat yönünün tersine doğru çevirdim ve kapıyı ittirerek içeriye girdim ilk işim sıcak odaya girdiğim anda kapıyı kapatıp üzerimdekileri çıkarmam olmuştu. Etrafa iyice baktığımda tüplü eski bir televizyon, çift kişilik gıcırdayan bir yatak, yatağın hemen yanında tıpkı müzedekilere benzeyen bir eski komidin ve yıpranmış halıyı görebilmiştim. Çantamın içinden kıyafetlerimi kavrayarak üzerime geçirdim ve saçlarımı kurutmak için banyoya yönelmiştim. Tuvalet düşündüğüm kadar kötü değildi, parlak ve temiz bir yer gördüğümde sevinmiştim. Havluyu kavrayarak burnuma yaklaştırıp derin bir nefes aldım, güzel bir koku burnumu elegeçirmişti. Tekrar içeriye yönelip televizyonu açtım ve yatağıma yatarak arkama yaslandım, elimde uzaktan kumanda ile kanalları dolaşıyor ve diğer elim ile havlu sayesinde saçlarımı kurutuyordum. Sesini açmamam gerektiğini düşünmüştüm çünkü dışarıdan neyin geleceğine emin olamıyordum. Gözlerim odanın loş ışığında yavaş yavaş kapanıyor ve vücudum kendini uykuya bırakıyordu ki yan odadan gelen bir bağırış ile tekrar kendime gelmiştim. Bir kadın çığlığı duyduğuma yemin edebilirdim, gözlerim duvara kilitlenmiş daha neler duyabileceğimi düşünüyordum ki bir çığlık daha duymam ayağa kalkmama yetmişti. Ellerimi duvara dayayarak kulağımı iyice duvara doğru yapıştırdım, nefesimi tutup sesleri duymayı bekliyordum ve bir çocuk çığlığı duymuş odadan dışarıya çıkıp yan kapıya doğru yürümüştüm. Kapının hemen yanında ki camda perde olduğu için içeriyi göremiyordum, elimi kapıya götürerek tıklatmaya başladım. Kapı yüksek bir gıcırtı ile açıldı ve önümde gözleri kısılmış sakallı bir adamın olduğunu gördüm, kafamı istemsizce yana doğru çekerek içeriye bakmaya çalıştım ancak adam baktığım yöne doğru kaydı ve bakış açımı engelledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Science FictionKanımda dolaşan bu gücü hissediyorum, evet. Bazen öyle bir acı hissi yaşıyorum ki kafamı yerinden ayırıp atasim geliyor fakat bunu beni düşünenler adına yapmamalıyım.