Selamün aleyküm arkadaşlar. Gecikmeden dolayı çok özür dilerim. Hakkınızı helal edin. Sizi daha fazla bekletmemek için çok uzun olmasa da bir bölüm yazdım. Umarım beğenirsiniz :)
Yarım saat sonra toplantım vardı ve ben sırt ağrısından ölüyordum. Allah’ım sen bana akıl fikir ver. Sabah namazına kadar seccadenin üzerinde uyumuştum. Daha doğrusu uyuyakalmıştım. Sabah namazı için alarmım çalmasa kim bilir daha ne kadar seccadede kıvrılmış bir halde uyumaya devam edecektim. Belki uyumaya devam etsem, uzun süredir görmek istediğim kişiyi görebilecektim.
Koltuğumdan kalkıp sırtımı dikleştirdim. Kendi ekibimle yapacağım ilk toplantıda dik durmalıydım.
İki saat süren toplantının ardından, bana verilen ayrıcalıkların karşılığını ödemek için bir üniversitenin mimarlık fakültesine seminer vermeye gidiyordum. Bana verilen ayrıcalık, istediğim kişilerle kendi ekibimi oluşturmak olsa da bana verilen bu görev – bana göre ceza- beni fazlasıyla korkutuyordu. Bu üniversitenin özellikle seçilip seçilmediği merak ettiğim bir konuydu. Çünkü bu üniversite malum şahısla birlikte okuduğumuz üniversiteydi. Giriş kapısından içeri girip dekanın odasına gitmek için önümde bulunan kirli beyaz merdivenleri çıkmaya başladım. Attığım her adımda önüme bir anım çıkıyordu.
Şu köşede Ömer’i bekliyordum.
Şurada da bana çarpmıştı.
Burada onu beklerken uyuyakalmıştım.
Hah. Burada da her zaman ki gibi beni görmezden gelmişti.
Anılarla birlikte geldiğim dekanın odasının kapısını tıklatıp içeri girdim.
“Hoş geldiniz Azra kızım.” diyen dekan, oturman için eliyle önünde bulunan deri koltukları gösterdi.
“Hoş bulduk Muhammed hocam. Nasılsınız?” Bu adam bana buradaki üniversite hayatım boyunca – her ne kadar bu bir yıl sürse de- hep kızım diye seslenmişti. Ben de onu babam gibi sahiplenmiştim. Zaten kendisi hem babamın çok yakın arkadaşı hem de Emir’in babasıydı. Bu üniversite de okuma da ve burada yaşadığım sıkıntıları atlatma da bana oldukça destek olmuştu.
“İyiyim kızım. Kusura bakma seni de yorduk ama senin de üniversitene bir vefa borcun var.” diyerek bana konuşma hakkı tanımadan konuyu kapatmıştı.
“E, bizim haylaz oğlan ne yapıyor? Yoruyor mu seni söyle bakalım?” Muhammed amcanın lügatinde haylaz oğlan, Emir’in karşılığıydı.
“İyi, Muhammed amca. İşleri vardı o yüzden gelemedi ama çok selamı var.”
“Vallahi kızım, onu benden çok sen görüyorsun. Azıcık kulaklarını çek şunun. Gece geç saatlere kadar çalışıyor, hasta olacak diye korkuyorum.”
“Korkma, Muhammed amca. Ona hiçbir şey olmaz. Allah korur.” diyerek ayağa kalktım. Seminer saati gelmişti ve ben kendimi hiç hazır hissetmiyordum.
Seminer salonuna giderken bir amfinin önünde durdum. Burası onu ilk gördüğüm yerdi. Bu sınıf gözlerimin harama ilk ulaştığı cehennemdi. Uyku ile uyanıklık hali arasında Ömer’in şiirini duymuş, daha sonra hiç duymamış gibi kendi yazdığım- daha doğrusu öyle sandığım- şiiri tüm sınıfa okuyup, rezil olmuştum. Bu kapının önü, onun bakışlarını yakaladığım yerdi. İçime düşen ateşin, beni yakacak ateşin ilk kıvılcım noktası, şuan bulunduğum yerdi.
Muhammed amcanın çağırmasıyla yeniden hareketlendim. Bir kere yanmıştım, artık yanmaya niyetim yoktu. Sözümü tutup, işimi en iyi şekilde yapıp vakti geldiğinde buralardan ayrılmalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP ŞARKI
SpiritualAşk, bazen kuşların kanat çırpışında saklıydı Bazen bir karıncanın ayak seslerinde Bazen de şarkılarda Kalptan kalbe yol izleyen kayıp şarkılarda Kapak tasarımı ' @missguard 'a aittir.