9. Bölüm

9.9K 658 9
                                    

selamun aleyküm :) beklettim hakkınızı helal edin. sınavlar bitti çok şükür ama ödevler devam ediyor :( o yüzden bölüm yazmakta zorlanıyorum. kafamı toplayamıyorum. hakkınızı helal edin. iyi okumalar:)

Genç adam elinde evirip çevirdiği kol düğmesine özlemle bakmaktan kendini alamıyordu. Bir tek bu düğme vardı, Azra’dan ona kalan. Acaba Azra, hala hatırlıyor muydu bu düğmeyi? Yoksa yaşanılanların üzerinden geçen zaman, hatıraları da mı kül etmişti? Kalbinde bir yerler de hala yer var mıydı Ömer’e karşı? Ya da gerçek Ömer’i öğrendikten sonra kalbinde hala yeri olacak mıydı? Genç adam sıkıntıyla iç çekip bahçeye çıktı. Ayakları toprak zeminde ilerledikçe, soğuk iliklerine kadar işliyordu. Her bir adımında zihninden bir parça yere düşüyor, ayağını kaydırmak için can atıyordu. Bir adım, bir adım daha. En sonunda genç adam düşüncelerinin kurbanı olup kaydı, sessiz uçurumuna. Hayır, dedi. Kim olsa hayır der. Kim olsa kabul etmez. Kendini düşündü. Kendisi babasının ölümüne neden olan birisini kabul eder miydi? Sırf kendisini kurtarmak için sevdiğinin babası ateşe atılsa ondan aşk bekler miydi? Ya da beklemeye değer miydi? Ne olurdu bu aşkın hali? Kimin daha çok sevdiği nasıl ölçülürdü? Bir yanda belki de hayatının kahramanını kaybetmiş bir kız, bir yanda da kahramanının ölümüne sebep olan adam. Ya da aşkın ölçülmeye ihtiyacı mı vardı? Sadece sevse, sevsek olmuyor muydu? Her şeyi ölçüp biçip ona göre mi yaşamak lazımdı?

Ah, dedi genç adam. Neden bu kadar zor? Neden sana, beni anlatmak bu kadar zor? Sadece seni sevdiğimi söylesem, sadece beni sevdiğini söylesen ve bu iş bitse ha. Olmaz mı? Olduramaz mıyız? Allah’ım sen yardım et.

Genç adam, karanlıkta bir karınca sessizliğinde kendisine yaklaşan minik adımları duyunca kafasını hafifçe arkasına çevirdi.

“Oğlum kaç saattir dışarıdasın, içeri gel hasta olacaksın” diyen Meryem hanım, oğlunun düşünceli yüzünü görünce yanında bulunan sandalyeye oturdu.

“Hayırdır? Ne bu düşünceli halin? İşte bir sorun mu var?” Meryem hanımın aklına, başka bir şey gelmemişti. Ne gelecekti ki. Oğlunu gördüğünde onu tanıyacak kadar vakti olmamıştı. Her yıl belki bir kaç hafta vakit geçiriyorlar, kendisi Amerika'da kalıyor, oğlu yeniden Türkiye'ye dönüyordu. Tanımak için çaba sarf ettiğinde ise oğlunun canını sadece işlerin sıktığına kanaat getirmiş, zorlamamıştı.

“Yok, annem. Yok hiçbir şey”

Ömer’in derin iç çekişi, annesine bir şeyi daha hatırlatmıştı. Oğlunu her ne kadar tanıyamasa da annelik içgüdüleri bir şeyler fısıldadı kulağına. İnandı, güvendi o sese. Öyle güvendi ki oğlunun omzunu dert etme dercesine sıktı. Ömer, annesinin gözlerinin içine bakıp “Nereden anladın derdin ama annelik içgüdüsü diyeceksin. O yüzden susuyorum” diye tebessüm ederek konuştu.

“Ona karşı çok büyük bir hata yaptım anne. Ama bilerek isteyerek olmadı bu. Affeder mi?” Affetsin anne. O affetmezse ben kendimi nasıl affederim?

“Affeder oğlum affeder. Senin gözlerindeki, kalbindekini görse affeder”

***

Azra’nın odasının önünden geçen Ömer, içeride ki yoğunluğun sebebini Esra, “Azra hanımla röportaj yapıyorlar” diye açıklayınca içerideki ekibe gözükmeden röportajı dinlemeye başladı. Azra, hiç tanımadığı muhabire bile o gülümsemesini hediye ederken kendisine karşı neden bu kadar soğuktu anlamıyordu. Aslında anlıyordu ama neyse. İşte dedi. İşte din bu yüzden var. Azra, her erkeğe böyle gülümsese, sesini onlara duyursa böyle temiz böyle masum kalamazdı. İşte din bu yüzden vardı. İnsanların temiz kalması için, kalplerinin ve ruhlarının kirlenmemesi için. O bunları düşünürken röportaj bitmiş, muhabir ve Azra, kendi aralarında konuşuyorlardı.

KAYIP ŞARKIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin