İYİ OKUMALAR ARKADAŞLAR... YENİ BÖLÜMLER SİZLERİN YORUM VE BEĞENİLERİNİZE GÖRE GELİYOR... OTUZ BEŞ YORUMUN ALTINA BÖLÜM GELMEYECEKTİR... BOL KEYİFLER...
Onu alma zamanı geldiğinde Cael, kalbindeki sancıyı bir türlü yatıştıramıyordu. Önceki gece hiç uyuyamamıştı. Karnı ağrıyordu ve kalbine sancılar giriyordu.
Lord Simon, yanında Leydi Dolores ve üç korumayla birlikte batı kanadına gelmişlerdi. Daha önce bebeği anneden almaya kendisi bizzat hiç gelmemişti. Her seferinde Cael'e söylemişti. Şimdi ise bunu minik bir orduyla yapıyordu. Bree, tek başına minik bir kadındı. Onların bir tanesine bile karşı koyamayacak kadar zayıftı. Neden böyle bir ihtiyaç duyduklarını anlamıyordu.
İki hizmetçi batı kanadının kapısının önünde duruyordu. Bunlar sabahtan anneyle ilgilenmeleri için gönderilmişlerdi. Cael öne geçti ve kapıyı çalmadan açtı ve geri çekildi. Askerler ilk olarak girdiler. Lord Simon ve Leydi Dolores hemen arkasından geldi.
Cael en son içeri girdi. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bree'ye bembeyaz bir elbise giydirmişlerdi. Belinde kuşağı olan hoş bir elbiseydi. Leydi Dolores'in giydiklerinden çok daha kapalıydı ve kesinlikle bir asil gibi görünüyordu. Kahverengi saçlarına beyaz bir gül takılmış ve çevresinde örülmüştü.
Bir gelin gibi duruyordu. Hüzünlü ve kesinlikle mutsuz bir gelin gibiydi. Ne yapması gerektiğini biliyordu ama istemiyordu. Derin bir nefes alıp göğsüne oturan öküzü yatıştırmaya çalıştı. "Saygıdeğer anne" dedi efendilerinin yanında soğuk ve mesafeli halini sürdürmek zorundaydı. "Lordumuz oğlunu almaya geldi"
Bunu görebiliyordu. Arkasındaki kadında muhtemelen karısıydı. Midesi bulanıyordu. Bu kadın mı oğluna bakacaktı? Suratında onu k nefret dolu bakışa bakınca bir kaşık suda boğmak ister gibi bir hali vardı.
Lord Simon ise bir buçuk yıl önce gördüğü gibiydi aynı. Hamile kalması için ona geldiği zamandan beri hiçbir şey değişmemişti. Ondan o kadar korkuyordu ki hareket etmek bile istemiyordu. Sanki hiç kıpırdamadan durursa varlığını unuttururmuş gibi gelmişti.
Bugün ağlamamaya karar vermişti. Ancak bu o kadar zor bir şeydi ki nasıl yapacağını bile bilmiyordu. Aldığı her nefes boğazında tıkanıyordu. Üç gündür doğru düzgün hiç uyumamıştı. Onu kendisinden sonsuza kadar elinden alacakları bugünü beklemişti hep.
Bebeklerin bir daha annelerini görmemelerinin onun gelişimi ve güçlenmesi için olduğunu düşünüyorlardı. Annenin şefkati olmadıkça bebek güçlü ve sert bir birey olabilirdi. Bu yüzden anneyi görmesine izin verilmezdi.
Bree'nin yerinden kıpırdamaması ve sessiz bir şekilde dikilmesi Lord Simon'u kızdırmış görünüyordu. Öne doğru bir adım attı. "Emrimi yerine getir kadın!" diye ona doğru öfkeli bir adım attı.
Cael, öne atılıp onun kolunu tuttu. "Lordum!" dedi sert bir şekilde. Hizmetçisinin kendisine karşı koyması Simon'u hem şaşırtmış hem de kızdırmıştı. Kolunu sertçe savurdu. Cael, karnında patlayan güçle geri doğru savruldu.
İki asker onu yaka paça yerden kaldırdılar. "Lordum" dedi Cael tekrar. Geri adı atmaya niyeti yoktu. "Anne, sadece üzgün. Bunu daha önce de yaşadık. Lütfen. Bırakın ben getireyim bebeği"
Bree'nin getirmesi gerekiyordu ama onun bunu yapmayacağı belli oluyordu. Gözlerindeki soğuk bakıştan ve duruşundaki katılıktan belli oluyordu. Cael'in ortamı yaşatmak için sarf ettiği sözler Simon'un ona doğru hareket etmesini durdurmuştu.
Erkek geri çekildi ve neşeli bir şekilde güldü. "Bir an için unutmuşum" dedi neşeli bir şekilde. "Sana bugün kimseye göstermediğim bir nezaket göstermeye karar vermiştim." Başını çevirip Cael'e baktı. "Bebeği bana getir" dedi en sonunda.
Genç adam, kendisini tutan askerlerin elinden kurtuldu ve iç odaya doğru gitti. Bebek beşiğinde duruyordu. Sanki neler olup bittiğinin farkında gibi sessizce bekliyordu. Cael, beşiğe doğru eğildi ve bebeği kucağına aldı. "Şimdi uslu dur, tamam mı?" diye fısıldadı. Bundan sonraki hayatı boyunca ona verebileceği yegâne tavsiye bu olabilirdi ancak. "Baban burada ve çok sinirli"
Ayaklarını sürüye sürüye salona doğru geldi. Bree, kucağındaki bebeği gördüğünde gözleri doldu ve dudakları titremeye başladı. Sanki o ana kadar gerçeği idrak edememiş ya da kabul edememişti.
Onlara doğru bir adım attığında iki asker önünde bitti. Genç kadın başını iki yana salladı. "Daha çok küçük" diye fısıldadı. "O daha çok küçük!" diye haykırdı ardından.
Bir şekilde askerleri aşıp onlara doğru gelmeye çalışıyordu ama gücü yetmiyordu. Cael bir ona baktı ardından efendilerine baktı. Simon, zafer dolu bir gülümsemeyle elini ona doğru uzattı. "Oğlumu bana getir, Cael" dedi.
Karar verilecek bir şey yoktu. Yine de bir an için tereddüt ettiği bir gerçekti. Bebeği efendisine doğru uzattı ve onun kucağına bıraktı. Simon, bebeğe baktı. Memnun gülümsemesi daha da büyüdü. "İşte bu" diye fısıldadı. "Varisim"
O arkasını dönüp giderken Brianna'nın çırpınışları ve haykırmaları daha da beter bir hale gelmişti. Askerler onu geri doğru itti ve kadın yere düştü. Cael, göz ucuyla ona son bir kere daha baktı. Özene bözene yapılmış saçları dağılmıştı. Perişan görünüyordu.
Gözlerini sımsıkı kapadı ve efendilerinin peşinden gitti. Batı kanadından inene kadar efendileri bebeği kucağında tutmaya devam etti. Ardından onlara doğru gelen hizmetçilere verdi bebeği ve Cael'e döndü. "Beni orada durdurman akıllıcaydı" dedi en sonunda. "Kazara anneyi öldürebilirdim."
İşte anneyi koruyan tek şey buydu. Kimse bir anneye zarar veremezdi. Bunun lanet getireceği düşünülüyordu. Ancak Cael, bu sözlerin altındaki memnuniyetsizliği anlayacak kadar onun yanında çalışmıştı. Tek dizinin üzerine çöktü anında. "Anneye zarar vermeniz lanetlenmenize yol açardı. Efendilerimin böyle bir kader yaşamasına izin veremem"
Tabi ki derdi bu değildi. Hatta böyle bir şey olsa muhtemelen çok memnun olurdu. O an hareket ederken sonuçlarını düşünmemişti. Sadece kadını korumaya çalışmıştı.
"Çok naziksin, Cael" dedi Dolores sakin bir şekilde. "İyi bir karar verdiği kesin"
Ah, hanımefendi kendisini korumaya çalışıyordu. Hiçbir işe yaramayacaktı. Simon bir süre sessizce ona baktı. Ardından arkalarındaki askerlere baktı. "Onu zindana götürün" dedi sakince. "En azından neyi nasıl yapması gerektiğini fark eder"
Kırbaçlar ardı ardına şaklarken acı sırtından bütün bedenine yayılıyordu. Gözlerini her kapadığında Bree'nin perişan hali gözlerinin önüne geliyordu. Hangisinin daha çok acıttığından emin değildi. Kırbaç cezasının mı yoksa sevdiği kadının acı çekmesinin mi?
İkincisi çok ağır basıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
METRES
FantasyCİNLERLE TANIŞIN! HALKIN ZAYIF VE GÜÇSÜZ OLDUĞU, ASİLLERİN İSE GÜÇLE DONATILDIĞI SİSTEMDE ASİL ERKEKLER ÇOCUKLARINI DOĞURMALARI İÇİN KÖLE KADINLARINI TERCİH EDERLER.... BRİANNA, EFENDİSİNİN OĞLUNU DOĞURMUŞ ÇİÇEĞİ BURNUNDA ANNE OLARAK. OĞLUNDAN AYRIL...