İYİ OKUMALAR ARKADAŞLAR... FİNALE DOĞRU ADIM ADIM İLERLİYORUZ... YENİ BÖLÜMLER SİZLERİN YORUM VE BEĞENİLERİNİZE GÖRE GELİYOR.. OTUZ BEŞ YORUMUN ALTINA BÖLÜM GELMEYECEKTİR... BOL KEYİFLER...
Bebek onun için hazırlanmış bir beşikte uyuyordu. Genç kadınsa yatakta derin bir uykuya dalmıştı. Güzel kokuyordu. Duş aldığı belli oluyordu. Saçları yastığın üstüne dağılmıştı. Cael, nazikçe bir tutam saçı eline aldı ve dudaklarına götürdü.
O kadar derin bir uyku içindeydi ki varlığını bile fark etmemişti. Genç adam yavaşça doğruldu ve banyoya doğru gitti. Sıcak su bedenini gevşetmiş ve rahatlatmıştı. O kadar yorgundu ki artık kendisini zor taşıyordu.
Üzerindeki havluyu bir kenara bıraktı. Üzerine bir şey giymeye gerek görmeden yatağa uzandı. Genç kadının yumuşak bedenine sımsıkı sarıldı ve anında uykuya daldı.
"Beklediği yardımın yarısını bile etmediniz" diye mırıldandı yaşlı adam. "Şaşırttığınız çok açık. Hatta hayal kırıklığına uğramıştır"
Helen, derin bir iç çekip güzel manzaraya doğru baktı. Ay bugün gerçekten de çok parlaktı. Sanki misafirlerini selamlıyor gibiydi "Yardıma ihtiyacı yoktu çünkü" dedi sakince. "Cael en başından beri ne yapması gerektiğini her zaman biliyordu. Tek sorun bunu yapmaya cesareti yok"
Yaşlı bahçıvan bir süre ona baktı. Bunca zaman sonra bile hanımını hiç anlamıyordu doğrusu. Ancak o güzelliğe bakmaktan bunca zaman bile hiç bıkmamıştı. Genç bir delikanlıyken de bugün yaşlı buruş buruş bir ihtiyar olduğunda bile kalbinde hala bu kadının aşkını taşıyordu. "Çocuğun bir şey yapamayacağını siz söylemiştiniz" dedi. "Laneti izin vermiyor"
Helen buna karşılık hafifçe gülümsedi. "Cael bir şey yapamaz" dedi sakince. "Georgia, o laneti yaparken bu kadarını düşünmedi ne yazık ki. Simon'un onu öldürmesini engellemek ve Cael'in büyük aşkıyla karşılaşmasını sağlamak istemişti sadece."
Ne kadar da büyük bir zorluktu bu. Böyle bir çıkmaz... Genç adam için nasıl bir sıkıntıydı bu böyle? Birine âşık olmak ve ona dokunamamak... Abubaba çok iyi bilirdi bunu. "Yalan söyleyemem, hanımım" dedi en sonunda. "Ona üzülüyorum"
Helen yan gözle ona baktı. Nereden bakarlarsa baksınlar aynı yaştaydılar. Sadece Helen, yaşlı görünmekten hoşlanmıyordu. Ona bakarken gözlerindeki hayranlığı görmek hoşuna gidiyordu. "Ona yardım etmeni yasaklıyorum" dedi en sonunda sert bir şekilde.
Tahmin etmişti zaten. Leydi Helen hiçbir noktada kadere karışılmaması gerektiğine inanıyordu. Bu yüzden sonuç ne kadar kötü olursa olsun hiçbir şekilde kimsenin kaderini değiştirmemeye çalışıyordu. Belki de bu yüzden bu kalede yaşıyordu. Kendisini kimsenin kaderini değiştirmemeye çalışıyordu.
Helen derin bir nefes alıp gece havasını içine çekti. "En başında Georgia'yı uyarmıştım" diye mırıldandı en sonunda. "İki kardeşin aynı anda hayatta kalmaları mümkün değil"
Ama birbirlerini öldürmeleri de mümkün değildi. Bu kısır döngünün içinde kadın ve çocukla küçük kardeşin durumu hiç iyi görünmüyordu. "Lord Cael, ağabeyini öldüremiyorsa nasıl kalenin efendisi olabilir ki?"
"Cael, Simon'u öldürmeyecek" dedi genç kadın sakin bir şekilde. "Sadece ikisi hayatta olamaz dedim. Birbirlerini öldürecekler demedim."
O zaman kim böyle bir şeyi yapabilirdi ki? Kadın kilometrelerce öteden şifacı olduğunu bağırıyordu. Bebek ise henüz daha bir bebekti... Adubaba kaşlarını çatarak ona baktı. "Belki de bazı dostlar edinmesi gerekiyor"
Hiç kimse Simon'u öldürmek için ona yardım ve yataklık yapamazdı. Burada güçlü olan büyük kardeşti sonuçta. Helen, yan gözle yaşlı adama baktı ve alaycı bir şekilde gülümsedi. "Kadını ya da çocuğu küçümseme" dedi en sonunda. "Her ikisi de kendine has yetenekleri olan faeler"
Özel bir şeyler vardı demek. Yine de yeterli olur muydu ki? Bir zamanlar karanlık bir fae ile evlenmişti Leydi Helen. Ailesinin zoruyla gerçekleşen evlilik çok uzun süre acı ve üzüntü ile geçmişti. Yetenekleri çok farklı ve özel olduğu için adam onu kendi statüsü için kullanmak istemişti.
Çok güçlü bir asilzade olduğundan dolayı da kimse bir şey yapamamıştı. Ta ki onu dövene kadar. Bütün hizmetçiler Leydi Helen'in durumuna çok üzülüyordu ama kimsenin bir şey yapabilecek gücü yoktu. Bir kahin olsa bile Leydi Helen kendi kaderini göremiyordu. Ancak Adubaba'nın kaderini çok net görmüştü.
Bu kalenin gizli olmasının nedenlerinden biri de buydu. İçeride işlenen cinayeti bugün bile kimse göremesin diye. Az çalışan sayısı ise tamamen güvenilir kişilerdendi. O zaman burada çalışan herkes kovulmuştu. Geriye dört kişi kalana kadar.
Bir süre güzel kadını izledi. "Onlara yardımcı olacak bir bahçıvan yoktur sanırım" derken topukları üzerinde sallandı ama yüzü gülüyordu.
Bu konuyla ilgili hiç konuşmazlardı. Helen elinde olmadan gülümsedi. Öyle görünmese de Helen bu adama hayatını borçluydu. "Hayır, yok" dedi ve nazikçe onun omzuna dokundu. "Belki de onlardan daha şanslıyımdır" diye mırıldandı. "Belki de şanssızımdır"
Genç kadın en sonunda arkasını dönüp çalışma odasına gitti ve bir koltuğa oturdu. Kapıyı açık bırakmış olması Adubaba'nın da kendisine eşlik etmesini istediğini gösteriyordu.
Yaşlı adam çalışma odasına gitti. Helen'in karşısında oturdu. Hemen aralarındaki sehpanın üzerinde satranç takımı duruyordu. "Leydim" dedi Adubaba. "Güçlerinizi kullanmadan beni yenebildiğiniz olmadı. Karşımda hileyle mi duracaksınız yoksa gerçek bir oyun mu oynayacağız?"
Helen, şen bir kahkaha attı. "Kim bilir, eski dostum" dedi neşeli bir şekilde. "Genelde harekete geçene kadar bende bilmiyorum. Neden başlayıp ne yapacağımı görmüyoruz?"
"Kaleye geri dönmeliyiz, Bree"
Genç kadın, kocaman açılmış gözlerle başını kaldırıp ona baktı. Kucağındaki bebeği beslemeyi bırakmıştı birden. Daha yeni oradan çıkmışken neden birden geri dönmekten bahsediyordu ki?
Başını eğip Jerome'a baktı. "Gidersek öldürür bizi" dedi en sonunda dikkatli bir şekilde mama dolu kaşığı bebeğin ağzına uzatarak.
Helen'den onları burada saklamasını isteyemezdi. Dünkü konuşmalarında yapacağı tek yardımın bu geceyle sınırlı olduğunu söylemişti. Belli ki bu işi bir an önce bitirmekten yanaydı. "Onu öldürmediğim sürece bu iş bitmeyecek, Bree" dedi en sonunda. "Sonsuza kadar saklanarak yaşayamayız"
Yaşayabilirlerdi. Bree o kaleye dönmek istemiyordu. Onun yerine tıpkı kaçtıklarında ilk sığındıkları avlak kulübesi gibi bir yerde yaşamayı tercih ederdi. "Küçük bir köye yerleşiriz" dedi. "Uzakta bir yere. Çiftçilik yaparız. Dikkat çekmeyiz. Gözden uzak kalırız"
"Ya, Jerome ne olacak? O kalenin gelecekte ki efendisi. Onu bir çiftçi olarak yetiştirmemi mi istiyorsun?"
O kaledeki rezilliğin içinde büyümesindense bir çiftçi olması daha iyi olurdu. Bree, başını kaldırıp ona bakmak istemiyordu. O kale tımarhaneden farksızdı. "Cael, bırak çiftçi olsun" dedi en sonunda sakince. "Karanlık faelerden uzak olsun yeter"
Bu kadar kolay olmayacaktı. "Simon'un başka varisi yok" dedi. "O kaleyi bana kendi elleriyle teslim etmektense hayatının sonuna kadar Jerome'un peşinden gider"
Muhtemelen başka bir çocuğu da olmayacaktı. Sonuna gelmiş olmalıydı bu yüzden bu kadar hırslıydı. "Onu öldüremezsin" dedi genç kadın en sonunda. "Lanetli olduğunu söylemiştin"
"Bir yolunu bulacağım"
Erkek ayağa kalktı ve Bree ile bebeğin yanına gitti. "Bana güvenmek zorundasın" dedi en sonunda ona bakarak. "Sizi tehlikeye atmaya dayanamam. Bunu biliyorsun." Tek dizinin üzerine indi ve onun elini tuttu. "İkinizi de çok seviyorum. Daha fazla acı çektiğinizi görmeye dayanamam"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
METRES
FantasyCİNLERLE TANIŞIN! HALKIN ZAYIF VE GÜÇSÜZ OLDUĞU, ASİLLERİN İSE GÜÇLE DONATILDIĞI SİSTEMDE ASİL ERKEKLER ÇOCUKLARINI DOĞURMALARI İÇİN KÖLE KADINLARINI TERCİH EDERLER.... BRİANNA, EFENDİSİNİN OĞLUNU DOĞURMUŞ ÇİÇEĞİ BURNUNDA ANNE OLARAK. OĞLUNDAN AYRIL...