Bölüm 14

1.7K 246 65
                                        

İYİ OKUMALAR ARKADAŞLAR... YENİ BÖLÜMLER SİZLERİN YORUM VE BEĞENİLERİNE GÖRE GELİYOR... OTUZ BEŞ YORUMUN ALTINA BÖLÜM GELMEYECEKTİR... BOL KEYİFLER...


Onun gelmesini bekliyordu. Ancak beklediğinden geç gelmişti. Olay yaşandığı anda odasında bitmesini beklemişti. Ancak o üç gün sonra gelmeyi seçmişti. Oysa orda cesedin başında toplandıkları zaman gözlerini görmüştü, kendisine bakışından bir şeyleri anladığı ya da tahmin ettiği belli oluyordu.

Muhtemelen direk onun odasına gelerek gözleri onun üzerine çekmek istememişti. Kollarını göğsünde birleştirdi ve pencereye baktı. Ona söyleyecek bir şeyi var mıydı emin değildi. Her ikisi de neyi neden yaptığını biliyorlardı.

Cael, kapının önünde duruyordu kımıldamaya gücü yok gibiydi. Ne yapacağını gerçekten bilmiyordu. Onunla yüzleşmek kolay bir şey değildi. O küçük süpürgelikteki olayın üzerinden bir hafta geçmişti. Ancak şimdi şu evin içinde aynı yüksek gerginlik vardı.

Bir eliyle yüzünü sıvazladı. "Şifacıların böyle yetenekleri olduğunu bilmiyordum" diye mırıldandı en sonunda.

Yani çok ender görüldüğü içindi. Karanlık faelerde şifa gücü yoktu. Aydınlık faeler ise bu yeteneklerini böyle kullanmazlardı. Nadir olarak şifa gücüne sahip olanların değişik yan güçleri olurdu.

Açıkçası Bree, bu zamana kadar böyle bir şeyi kullanma ihtiyacı hiç duymamıştı. Bu yüzden körelmiş bir güçtü. İçinde bulunuyordu ve tam emin değildi ama şifa gücünden daha güçlüydü. Buna rağmen geliştirilmesi gerekiyordu.

"Benim asıl yeteneğim" diye mırıldandı genç kadın uzun bir sessizliğin ardından. "Bazı nadir faeler iyileştirme yeteneğinin yanında öldürme gücüyle doğarlar. Hatta öldürme yetenekleri iyileştirmeden daha güçlüdür"

Bunu gerçekten bilmiyordu. O çürüme daha önce görmediği bir şeydi ve kesinlikle küçümsenecek bir yetenek değildi. "Metres olmayı bu kadar çok mu istiyorsun?" derken bütün gücü çekilmişti sanki. Ayakta zor duruyordu.

Aslında o kadını onun için öldürmemişti. Çocuk odasının etrafında dolandığını görmüştü ve anne olduğunu biliyordu. Bree, ona kimseye söylememesi konusunda yalvarmış olsa da kadın, efendilerinin gözüne daha çok girmek için iyi bir yol bulduğunu düşünüyordu.

Karanlık faelere gerçekten hiç güven olmuyordu. Ayrıca hareketlerine daha dikkat etmesi gerektiğinin de göstergesiydi bu. Gözlerini kapadı. Onu öldürdüğü için üzülmüyordu. Sadece Cael'in onu bu kadar hızlı bulması moralini bozmuştu açıkçası.

Kollarını kendi bedenine sardı. Onunla aynı odada bulunmak bile çok zordu. Zihnini bir hafta önceki olaylardan geri alamıyordu. Kendisine sarılışı, öpüşü... Alt dudağını ısırdı. "Beni efendimize söyleyecekti" diye mırıldandı. "Jerome'u görmeye çalıştığımı anlamıştı"

Ah, Bree! İşleri bu hale getirmeden önce kendisine hâkim olması gerekiyordu. Her şey bir çıkmaza girmişti. Erkek topuklarının üzerinde sallandı. Ardından kadına doğru gitti ama ona yaklaşmadan durup şöminenin önündeki koltuklara oturdu.

Yorulmuştu doğrusu. Üç gündür durmadan çalışıyordu. Simon'u dışarı yönlendirmek işe yaramıştı. Ancak şimdi de başka şeylerle uğraşmak zorunda kalmıştı. Leydi Dorothy'i özel partilere götürüyordu. Belli ki kocası ona olası düşmanlarla ilişki kurmasını söylemişti.

Cael'den uzak durmasını emrettiğini ise bütün kale biliyordu. Bu konuda gayet mutluydu ve ona gerçekten acımıyordu. Umurunda değildi. Kendisi dışında kiminle uğraşacaksa uğraşabilirdi.

Bazı araba yolculuklarında ona yanaşmaya çalıştığı oluyordu. 'Seni çok özlüyorum, Cael. Seninle geçirdiğimiz aşk dolu zamanlar evliliğimi çekilir kılan tek şeydi' diye ağlamaları bitmek bilmiyordu resmen.

"Tam olarak nasıl bir yetenek bu?" diye sordu en sonunda. İlla ki bir zayıf yönü ya da açığı vardı. Onu yakalanmaktan uzak tutacak, Cael'in temizlemesi gereken bir pisliği.

Bree, başını çevirip ona baktı. İlk kez birbirlerine bakıyorlardı. Kadının yüzündeki gülümseme bir meleğinkini andırıyordu. Cael, kalbinin yerinden çıkacağından korkmaya başladı. "Beni korumaya mı çalışıyorsun?"

"Hep bunu yaptım"

Doğru, hep onu korumuştu. Elinden geldiğince kadına yardımcı olmaya çalışmıştı. "Senin gücün ne Cael? Sen bir savaşçısın değil mi?"

"Ateşi kullanabiliyorum" dedi Cael sakince. Eğer kendisine güvenmesi için bu lazımsa o zaman her şeyi açık açık söylerdi. "Oldukça güçlü olduğumu söyleyebilirim"

Ah, ateş... Gerçekten de ona çok uyuyordu. Karşısındaki koltuğa oturdu ve ona baktı. "Bu kaleyi yakmak istemedin mi hiç?" diye sordu merakla. "Efendileri ve hizmetçileri"

"Çok istedim. Zaman zaman kendimi zor tuttuğum çok oldu"

Hiç şüphesizdi. Bu kale içinde yaşayan köleleri boğuyordu. Muhtemelen hepsi aynı hisler içindeydi. "O zaman neden yapmadın?"

Ne dese bilemiyordu. Bazı şeylerin karanlıkta kalması her zaman daha makuldü. Buna karşılık Bree, ona cevapları zor sorular soruyordu. Geri doğru yaslanıp bacak bacak üstüne attı. "Buna emin misin, Bree?" diye sordu gülerek. "Aramızdaki bütün duvarları yıkmak istiyor musun gerçekten de?"

İstemiyordu. O duvarlar onları hayatta tutan güçlerdi. Sırlarını karşılıklı olarak ortaya dökmek demek karşılıklı tamamen çıplak kalmalarına eşdeğerdi. Savunmasız ve apaçık bir şekilde.

Genç kadın gözlerini kapadı ve geri yaslandı. "İstemiyorum" diye mırıldandı.

Hayal kırıklığına uğramıştı biraz. O sınırları yıkıp geçmeyi çok istiyordu oysaki. "Tek bir şey söyleyeceğim" dedi en sonunda ayağa kalkarak. "Simon çok güçlüdür" dedi. "Ve ne ben onu öldürebilirim ne de o beni öldürebilir." Arkasını döndü ve kapıya doğru yürüdü. Bir an durdu. Arkası ona dönüktü ve gözlerine bakamıyordu. "Yine de senin için ondan kurtulmayı çok isterdim. Senin için, senin kalbini kazanabilmek için bu kaleyi yakıp yıkmaktan çekinmezdim"

O çıkıp gittikten sonra bile Bree, şaşkınlıkla bir süre kapıya doğru baktı. Cael'in çok acımasız bir yanı vardı. Ona duvarları yıkmayı isteyip istemediğini sorup sonra da bir tanesine yumruğu indirivermişti. 

METRESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin