İYİ OKUMALAR ARKADAŞLAR... YENİ BÖLÜMLER SİZLERİN YORUM VE BEĞENİLERİNİZE GÖRE GELİYOR... OTUZ BEŞ YORUMUN ALTINA BÖLÜM GELMEYECEKTİR... BOL KEYİFLER...
Helen'in kalesini gördüğünde Cael artık umutsuzluğa kapılmaya çok yakındı. Bir şekilde saatlerdir bu şekilde devam ediyorlardı. Neredeyse onun kendisini kabul etmeyeceğini düşünmeye başlamıştı artık. Ancak hemen önünde bir serap gibi beliren kaleyi gördüğünde bütün umutsuzluk ve yorgunluğu yok olmuştu.
Bree'nin de sesinin çıkmamasına rağmen artık sınırına geldiğini hissedebiliyordu. "Geldik, sevgilim" dedi en sonunda arkasındaki kadına. "Çok az kaldı"
Kalenin kapısı o atı sürerken açıldı ve dörtnala koşarak içeri girdiler. İçeride yaşlı bahçıvan kılıklı bir adam onları karşıladı. "Hoş geldiniz, Lord Cael" dedi gülümseyen bir yüzle. "Leydim uzun zamandır sizi bekliyordu."
Küçüklüğünden beri bu adam buradaydı. Açıkçası o zamanlarda hep Helen'i biraz ürkütücü bulurdu. Belki de hayatı boyunca ilk defa Helen'in onu beklediğini duymak erkeği mutlu etmişti.
Bir asilzade gibi çağrılmayalı çok uzun zaman olduğu için olsa ki yadırgamıştı. Atından atladı ve hemen dönüp kadını kucağına alarak indirdi. Yorgun olan Bree, kucağında bebeğe rağmen zar zor ayakta duruyordu. "Merhaba, Abubaba" dedi adama başını eğerek. "Karım ve oğlumun dinlenme şansı var mı?" Yaşlı adam başını salladı sessizce ve içeriyi işaret etti.
Bu devasa kalede yalnızca dört kişi çalışıyordu. Dördü de yaşlıydı ve bütün ömürleri Helen'in yanında geçmişti. Bir bahçıvan bir hizmetçi bir uşak ve bir aşçı... Bunun haricinde kimsenin varlığını istememişti kadın.
Onları kapıda karşılayan yaşlı kadın gülümseyerek Bree'yi ve bebeği bir odaya doğru götürdü. Giderken kadının endişeli bakışlarına karşı Cael başını salladı ve hafife gülümsedi. Uşak ona yanaştı. "Leydi Helen sizi bekliyor" dedi sakince.
Üst kata çıkan merdivenleri tırmanıp büyükçe bir odaya girdiler. Mavi elbisesi, sapsarı saçları ile çok güzel bir kadındı Helen. Kendisinden çok büyük olmasına rağmen yaşlı görünümden hiç hoşlanmıyordu. Bu yüzden daima genç görünebilmek için güç harcaması gerekiyordu.
"Seni Georgia'nın cenazesinden beri görmemiştim" dedi kadın elbisesinin ortaya çıkardığı masmavi gözleri ruhunun içini görüyordu sanki. "Bahçıvanıma yanındakinin karın olduğunu söylemişsin"
Her zaman konuya direk girme gibi bir alışkanlığı vardı zaten. Hala Cael'i ürkütüyordu. "Kalbimde öyle" dedi en sonunda ellerini arkasında birleştirerek. "Buraya gelme sebebim-"
"Biliyorum."
Tabi ki biliyordu. Ondan asla kaçmazdı zaten. Derin bir nefes alıp verdi. "Yardımcı olacak mısın?" diye sordu. Daha fazla kaçınmasının bir anlamı yoktu bu sorudan. Giderek daha da zorlaşıyordu. Çok yorgundu ve onları koruyacak gücü kalmamıştı.
Helen, ellerini arkasında birleştirdi ve ona baktı. "Yaptığın şeyin sonuçları çok ciddi, Cael" dedi. "Ağabeyinin metresini ve çocuğunu kaçırıp karısını öldürdün"
Şimdi bunları onun ağzından duyunca tedirgin olmuştu. "O metres değildi, Helen" dedi başını iki yana sallayarak. "Bana acı çektirmek için ona eziyet ediyordu."
"O kalenin sahibi" dedi Helen soğuk bir şekilde. "Kadında onun. İstediğini yapabilir"
Elleri iki yanında yumruk oldu. Bree onun falan değildi. Brianna, Cael'in kalbiydi. Onun canını yakmak söz konusu bile olamazdı. O kadın yalnızca hizmet edilmeyi hak ediyordu. "Eğer bana yardım etmeyeceksen bırak gidelim" dedi en sonunda. Şimdi ona bakınca yanlış bir karar verdiğini görebiliyordu.
Genç kadın sessizce bir süre ona baktı. İzni olmadan bu kaleden çıkamazlardı. Cael bunun farkındaydı. Helen yavaşça ona doğru gitti ve erkeğin çevresinde dolandı. "Değişmişsin" dedi en sonunda. Bir parmağını Cael'in ensesine koydu. Erkeğin tüyleri anında diken diken oldu. "Eskiden kimseyi önemsemezdin"
"Âşık oldum"
"Ağabeyinin oğlunu sahiplenecek kadar mı?"
Başını çevirip onun gözlerine baktı. Bakışında en ufak bir şüphe ya da kuşku yoktu. "O benim oğlum"
Helen sanki ihtiyacı olan tek cevabı almış gibi gülümsedi. Ardından ondan uzaklaştı ve bir koltuğa oturup karşısındakini ona işaret etti. Cael, karşısındaki koltuğa oturdu. "Biliyor olmalısın, eğer Simon ölürse yeni efendi sen olacaksın"
Biliyordu ama sorun zaten onu öldürmekten geçiyordu. Onu öldüremediği için buradaydı. "Üzerimdeki laneti kaldırabilir misin?" diye sordu en sonunda.
"O lanet çift taraflı" dedi Helen sakin bir şekilde. "Seninkini kaldırmak demek Simon'un üzerindekini de kaldırmak anlamına gelir" dedi. "Kaldı ki bu bir lanet. Bunu koyan kişi kaldırabilir ancak."
Georgia öldüğüne göre artık böyle bir şansları yoktu demek. Neden böyle bir lanete bulamıştı ki her ikisini de. Birinden birinin ölmesine izin verseydi bunların hiçbiri yaşanmayacaktı.
Bu durumda Simon'u asla öldüremeyecekti. Sonsuza kadar kaçak bir şekilde yaşayabilirler miydi? Bu Jerome için ne kadar iyi olurdu ki? Simon'un başka bir erkek çocuğu olmazsa yeni efendi o olacaktı. Onu bu kaderden kaçırmak iyi bir fikir miydi?
Kafasında binlerce soru birikmişti. Hangi birini sorması gerektiğinden emin değildi ya da daha doğrusu hangisinin cevabı hoşuna giderdi onu bile bilmiyordu. Ne söyleyeceğini bilemeyerek bir süre sessizce öyle oturdu.
"Georgia, senin âşık olacağını duyunca çok heveslenmişti" dedi en sonunda Helen gülümseyerek. "Bu duyguları yaşamanı çok istiyordu. Bir şekilde hep umursamaz ve boş vermiş bir çocuktun oysa. Sanki kaderini o zamandan beri kabullenmiştin"
Kabullenmişti çünkü. Babası ve ağabeyine karşı bir tek kendisi vardı. Georgia her ikisini de çok sevdiği için herhangi bir şey yapamıyordu. Elinden her ikisini de korumaya çalışmak dışında bir şey gelmiyordu. Ancak o zaman ikisinden birini seçseydi bunlar olmazdı.
"Sen söyledin değil mi?" diye sordu en sonunda. "Ona âşık olacağımı sen söyledin. Peki, kime olacağımı biliyor muydu? Simon'un neler yapacağını biliyor muydu?"
"Ben o kadar güçlü değilim" dedi Helen sakince. "Bütün bir geleceği sadece Tanrı görebilir."
Bilmiyordu yani. En azından bu onu rahatlatmıştı. Georgia'nın ya da Helen'in her şeyi bilmesine rağmen onu böyle lanetlemiş olmalarına katlanamazdı. "Helen" dedi en sonunda. "Bana yardımcı olabilir misin?"
Genç kadın, bacak bacak üstüne attı ve sessizce bir süre öylece durdu. "Simon'u öldürmeden kurtulamazsın, Cael" dedi en sonunda. "Sana yapabileceğim tek yardım bu. Doğduğun zamandan bu yana Georgia'da bende biliyorduk. İkiniz birden hayatta olamazsınız"
O zaman kaleye geri dönmeleri gerekiyordu gerçekten de. Cael efendi olmadığı sürece asla huzur bulamayacaktı. "Ailemizi biliyorsun değil mi?" diye sordu en sonunda. "Soyun başlangıcından bu yana hiç beyaz fae efendi olmadı."
"Bu konuyla ilgili karım dediğin kadına ve oğlum dediğin çocuğa daha çok güven" dedi Helen sakin bir şekilde. "Üzerindeki lanetin tek nedeni sen onlarla tanışabil diye. Georgia, senin mutlu olmanı her şeyden çok istiyordu."
Demek bütün bu lanetin sebebi buydu. Muhtemelen tek taraflı yapamıyordu. Ne olursa olsun mahvolmuştu. Bundan öncesinde hep ona kızmıştı. Simon'un lider olduğu anda onu öldüreceğini çok iyi biliyordu her ikisi de.
Genç kadın ayağa kalktı ve ona arkasını döndü. "Bu gece için endişelenme" dedi sakin bir şekilde. "Sana yapabileceğim tek yardım bu"
Neden? Geleceği hakkında Geogia'ya o kadar şey söylemişti ama kendisine bir kelime bile etmiyordu. Genç adam başını salladı sakince. Yapabileceği bir şey yoktu belli ki. "Yardımlarınız için teşekkür ederim" dedi en sonunda ve arkasını dönüp odadan çıktı.
![](https://img.wattpad.com/cover/270378219-288-k401648.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
METRES
FantasiCİNLERLE TANIŞIN! HALKIN ZAYIF VE GÜÇSÜZ OLDUĞU, ASİLLERİN İSE GÜÇLE DONATILDIĞI SİSTEMDE ASİL ERKEKLER ÇOCUKLARINI DOĞURMALARI İÇİN KÖLE KADINLARINI TERCİH EDERLER.... BRİANNA, EFENDİSİNİN OĞLUNU DOĞURMUŞ ÇİÇEĞİ BURNUNDA ANNE OLARAK. OĞLUNDAN AYRIL...