BÖLÜM 13

321 12 0
                                    

Gözleri kaldırım taşları ile bütünleşen Elif dalgınca yürüyordu.

107 numaralı odada oturmuş somurtan, hiç konuşmayan, gülmeyen, aklına olmadık evhamları, kötü hatıraları hatta ölümü sokan, sürekli olumsuz düşüncelerle ruhunu daraltan yalnızlık ile baş başa kalmamak için okul çıkışında Erdal otele gitmek istememişti.

Güneş gökyüzünde kah görünüp kah kaybolurken İstanbul'un kalabalık sokaklarında, vitrinlere bakarak amaçsızca dolaşmış sonunda kendini sahilde bulmuştu. Çok yorulmuştu. Üzerinde belediyenin amblemi bulunan, denize karşı yerleştirilmiş tahta bankalardan birini boş görünce hemen kendini üstüne bırakmıştı.

Arkasındaki Düzlük caddesinden taşan motor ve korna sesleri denizin hışırtısına karışırken ara sıra bir martı imdat istercesine çığlık atıyor, boğazdan geçen koca koca gemilerin düdükleri kıyamet suru gibi gökkubbeyi inletiyordu ama Elif bütün bunları ne görüyor ne de duyuyordu. Annesi ve babası ile yaşadığı mutlu günlerin anıları arasında huzuru arıyordu.

Koltuk altında gazetesi, emekli polis memur Hakkı Amca bankı, bankta yalnız başına oturan genç kızı gördü ve yüzünde bir gülümseme peyda oldu. Bugünlerde iki muhabbet edecek birini bulmak zordu. Kahvedekilerde ancak karı gibi dır dır dedikodu ediyorlardı.

Hemen yanına oturdu. 'Bugün hava pek soğuk kızım.' 'Memleketin neresi?', 'Soğuk havalarda romatizmalara hiç iyi gelmiyor.' Hakkı amca yüzünü buruşturdu ve elini bu garip kızın gözleri önünde yukarı aşağı saldı. Bir tepki alamadı. Deli mi neydi bu kız?

Hakkı Amca omuz silkti. İstanbul kaç milyonluk şehirdi ve deliden bol ne vardı. Ayak ayak üstüne attı ve günlük gazetesini açarak okumaya başladı.

Yaşlı adam atıştıran yağmur ile banktan kalkıp sıcak kahvenin yolunu tutarken el ele tutuşmuş liseli sevgililer bankı martının simidi kapması gibi kaptılar. Sonunda dizilerde olduğu gibi deniz kenarında romantik anlar yaşaya bileceklerdi ama şu salak kızda bir kalkıp gitmemişti. Sonunda sinemaya gitmeye, en arka sırada oturup öpüşmeye karar verirdiler ve banktan kalktılar.

İki genç aşıktan sonra gözleri görmeyen ve kör sopası ile dolaşan bir adam, 'Abla bir simit alır mısın?' Diye soran simitçi çocuk, insanlara alışmış siyah benekli beyaz tüylü bir kedi yanına oturmuştu ama Elif hiç birinin farkına varmadan dalgınca denize bakarak, geçmişteki mutlu günlerinin arasında kaybolup gitmişti.

Güneş batı ufkundaki yuvasına girerken, iç çeken Elif sonunda banktan kalkmıştı ve şimdi, işlerinden evlerine dönmenin telaşına kapılan yorgun kalabalığın, yoğun trafiğin arasında Erdal otele doğru yürüyordu. Canı yemek falan istemiyordu ama sabahtan bu yana ağzına bir lokma koymadığı için hasta olup güçten düşmeye de korkuyordu.

Yolunun üstünde, Mehmet Akif Lisesi karşısındaki dönerci Halit'ten yarım ekmek tavuk dürüm almaya karar verdi:

"Yok somun ekmek olsun. Soğan, ketçap mayonezde olmasın." Dedi ve paketi hazır olana kadar üzerinde bir kase cin biber olan turuncu renkli masalardan birine oturdu.

Sokak lambalarının aydınlattığı sokakta akıp giden insan kalabalığına bakarken kendisini çok yalnız hissediyordu. Bu sokakta yüzlerce, İstanbul da milyonlarca, dünyada milyarlarca insan vardı ama o bu koca dünyada yapayalnız kalmıştı. Annesi ile babasını çok özlüyordu. Turuncu kıvırcık saçlı çırak Osman paketini getirince kalktı ve otel Erdal'a doğru can sıkıntısı içinde yürümeye başladı.

Dönüş yolunu uzattığı için yarım saatlik bir yürüyüşün ardından soğumuş tavuk döneri ile otel Erdal'a vardı ve kırmızı halılı 6 basamağı çıkarak, döner cam kapıdan içeri girdi. Lobiye doğru yürüdü. Lobide yine o bıyıklı, seyrek saçlı adam, resepsiyonda çalışan genç çocuğun yanında ayaklarını üst üste atmış oturuyor ve adamın gözleri bacakları ile göğüsleri arasında gidip geliyordu. İçinden 'Öküz herif.' Diyen Elif, adamı ve bakışlarını görmemek için gözlerini genç resepsiyon görevlisi çocuğa çevirdi:

ŞEHRİN ÇOCUKLARI (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin