Şişik yanağındaki yemeği hızlıca çiğneyip yutkundu. "Sence neden buradayım?"
Ona bakan adam, başını iki yana salladı. "Bilmiyorum."
Dudakları büzülürken önündeki yemekten birkaç lokma daha alıp doyduğunu hissederek tepsiyi kendinden uzaklaştırdı. Ne zamandır burada olduğunu bilmiyordu. Pencere yoktu ve dışarı çıkılmasına da izin yoktu. Ama en az yirmi kez uyumuştu. Bu yirmi gün eder miydi?
Bu süre zarfında da, Pusat ona bir sürü eşya almıştı. Her gittiği yerde, canın belki ister diye düşünüyormuş, sonra da kendisine alıyormuş. En azından o böyle anlatıyordu ve çok konuşmadan hediyleri bırakıp gidiyordu. Çok nadir görünüyordu kendisine. Odasına baktı. Evet, burası artık onun odası imiş. Bunu da adamlardan Cevdet abi söylemişti. Pusat Bey böyle emir verdi, demişti.
Odaya kıyafet dolu bir dolap ve yatak takımında, yatak dışındaki her şeyden almıştı. Neden bunu yaptığını da bilmiyordu. En son Pusat geldiğinde, ona eve gitmek istediğini söylemişti ama o izin veremeyeceğini, bunun tehlikeli olabileceğini anlatmıştı. Neden ki?
Ama üvey annesi onu kovmuştu... Belki bu yüzden güvenli olmayacağını düşünmüştü. Babası iki aylık bir yurt dışı iş seyahatine çıkmıştı ve gittiğinin ertesi sabahı üvey annesi, yanına para bile almasına izin vermeden kapı dışarı etmişti. İki ay boyunca nerede olacağının onu ilgilendirmediğini, bu yüzden de gitmesini istemişti. Galiba üvey annesi gerçekten de onu sevmiyordu.
Kendi kendine düşüncelere dalmışken birden onu bekleyen adam konuştuğundan irkilerek ona baktı. "Yedin mi?"
Gülümseyerek başını sallayıp adama uzattı tespiyi. Sonrasında da hevesle konuştu. "Orkun abi," Orkun çocuğa bakmadan yarısı dolu tabağı inceliyordu. Pusat Bey yine çok kızacaktı.
"Söyle, oğlum." O kadar küçük gözüküyordu ki, otuz beşindeki bu adam bile ona oğlum diyordu, ki bunu öylesine bir hitapmış gibi seslendirmiyordu. Sanki gerçekten oğluymuş gibi şefkatle yaklaşıyordu.
"Ben neden hâlâ buradayım?"
Belki de burada geçirdiği vakitlerde en çok dillendirdiği soruydu. İşin kötü yanı tam olarak bir cevap bile alamadan an bölünüyordu. Ve her seferinde!
"Hani biz seni aldık, buraya getirdik ya?" Dedi, Orkun. Evet! Bunu zaten her seferinde söylüyordu ki! Mevzu, bundan sonra gelecek olan cümleydi. Heyecanla parmaklarının arasındaki kumaşı sıkarken odanın kapısı açıldığında alt dudağı hayal kırıklığı ile büküldü.
"Ya ama neden ki?" Dedi, uzatarak. Bu kaçıncıydı? Her seferinde bozuluyordu yahu!
Birden açılan kapıdan Pusat girdiğinde, kocaman gülümseyip ayağı kalkmıştı. Pusat ona çok çok iyi davranıyordu. Ona çok minnettardı ama artık gitmesi gerekmez miydi? Ya babası eve geldiğinde onu göremezse? Çok büyük yaygara kopardı ki.
"Pusat!" Dedi, yeni oyuncak almış bir çocuğun heyecanlı sesiyle. Pusat, içeri girdiği anda duyduğu sesle başını direkt Mete'ye çevirdi. Bu kadar güzel olması suç olmalıydı. Sanki kırk yıllık bir heykeltıraş, ilmek ilmek işlemişti onun kusursuz çehresini. Hayranlık duymak, ona baktığınızda bir zorunluluk gibiydi.
Yutkunup Orkun'a başıyla kapıyı işaret etti. Orkun, kısa bir an dönüp Mete'ye gülümseyerek bakışlarıyla veda etmiş, sonrasında da aceleci adımlarla dışarı çıkmıştı. Pusat, o çıkmadan hemen önce incelediği tepsi için kaşları çatıktı. Kapıyı Orkun ardından kapattığında, Mete hemen dibinde bitmişti. "Bir şey sorabilir miyim?" Dedi ancak bu bir soru değildi. Daha çok hazır ol, geliyor gibisinden bir tonlama içeriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUM -GAY
RomanceMete ile Pusat Suç makinesi ve Masumluğun tanımı (Bebek gibi) Sanıldığının aksine Pusat asla Mete'ye zarar vermezdi. O, onun saflığına, hareketlerinin çocuksuluğuna, düşüncelerinin masumluğuna aşık olmuştu. Her baktığında içinde heyelanlar yaratan...