"Benim için önemliydi. Hem bir ünlüden aldığım ilk hediyeydi."
(Medyadaki fotoğraflar temsilidir.)
***
"İngilizcem de doğru dürüst yok ki ambalajları okuyayım."
Kendi kendime söylenerek reyonları gezerken telefonumdaki saate baktım. Dışarıda çoktan bir saat geçirmiştim.
Rae gelmeden eve dönmem lazımdı. Ondan habersiz evin yakınında olduğunu öğrendiğim markete gitmiştim. O ise grup üyeleriyle stüdyoda buluşup geleceğini söylemişti.
Ben de akşam yemek yaparım diyerek markete gitmek istemiştim, fakat aldığım paket ürünlerinin ne olduğunu pek anladığım söylenemezdi. Yine de orta seviye olan İngilizceme güvenmek istemiştim.
Bu yüzden Rae'nın bana bıraktığı parayla aldıklarımı kasada ödeyip acele bir şekilde marketten çıktım. Yolda ilerlerken etrafıma bakınıp duruyordum. Sanki yolu şaşırmış gibiydim, çünkü bu yollar geldiğim yollara benzemiyordu. Acaba yanlış ara sokağa mı girmiştim?
Panik yapmamaya çalışarak ilerlemeye devam ettim, fakat ne kadar gidersem gideyim Rae'nin evini bulamıyordum. Kesin yarım aklımla kaybolmuştum!
Hayır neden markete çıkasım tutmuştu ki?
Derin bir nefes bırakarak elimdeki poşetleri yere bırakarak cebimden telefonumu çıkardım. Buraya göre bir hattım olmadığı için arama yapamıyordum. Yine de her ihtimale karşı Rae'nin telefon numarasını kaydetmiştim.
Yoldan geçen genç bir çocuğu kolundan tutarak yabancı dilde olacak şekilde özür dileyerek durdurdum ve telefonu göstererek arama yapabilir miyim diyerek sordum. İngilizce sorumu anlamış olacak ki gülümseyerek telefonunu bana uzattı.
Telefonumdaki kayıtlı numarayı hızla tuşlayarak açılmasını bekledim. Umarım sesimi tanırdı.
"Alo?" dedim arama açılır açılmaz. Sonra dediğimi anlamayacağını düşünerek İngilizce konuşmaya devam ettim.
"Rae, ben Ayza."
Bir müddet karşı taraftan ses gelmemişti. Daha sonra adımdan ötürü cevabı gecikmedi.
"Beni neden bu telefondan aradın? Neredesin?"
Lisedeki İngilizce öğretmenime dua ederek az da olsa anladığım dil ile etrafıma bakındım. Korece anlayamayacağımı düşünmüş olmalı ki o da İngilizce konuşmuştu.
"Ben bilmiyorum nerede olduğumu."
Sahiden de bilmiyordum. Umarım başıma kötü şeyler gelmezdi.
Hışırtı sesleri gelirken sesli bir soluk verdiğini işittim.
"Telefonu, sahibine ver."
Acaba yanlış anladım mı diye düşünürken ne yapacağımı bilmeyerek karşımda sabırla bekleyen çocuğa telefonu uzattım ve bakışlarımla açık olan aramayı işaret ettim. Sonra ise beden dilimle konuş işareti yaptım.
Şaşıran çocuk benim gibi tereddüt ederek telefonu kulağına dayadı ve tahminimce evet dedi. Konuşmasından sonra bir müddet karşı tarafı dinledi ve sonra Korece konuşmaya başladı.
Bir müddet daha konuşma devam ettikten sonra telefonu kapatarak bana kısa bir bakış attı ve telefonunda bir şeyler yapıp eliyle havaya kaldırıp bana gösterdi.
Telefonunda translate açıp anlamam için bir şeyler yazmıştı.
O geleceğini söyledi. Bir yere ayrılmamalıymışım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇİTİN HÜKMÜ "Ruhe"
FantasyGünün birinde nereden bilebilirdim ki kendimi bir anda hayallerimin yerinde Güney Kore'de bulacağımı. Ama aslında bambaşka bir evrende onunla tanışmıştım. Rae Min Yang.. Yine hayallerimdeki asyalı. Biraz huysuz biraz da sert yapılı biri. Peki kader...